24 Şubat’ta, Ukrayna’daki savaşın başlamasının üçüncü yıl dönümünde, Avrupa devletleri Birleşmiş Milletler’e Rus birliklerinin derhal geri çekilmesini talep eden bir önerge sundu. Rusya’nın yaptığı gibi ABD de karşı oy kullandı ve kısa bir süre sonra BM Güvenlik Konseyi’nde yine karşı oy kullandılar.
Bu durum, birçok medya kuruluşuna göre "görülmemiş bir dönüşünün” simgesidir ve bazıları bunu “eşi benzeri görülmemiş” olarak tanımlamaktadır. Ancak Kremlin’in Beyaz Saray’la işbirliği yapması yeni bir şey değil, hatta hiç değil.
Putin ve Rus bürokrasisinin başındaki öncelleri için, küresel burjuvazi ve onun yöneticileriyle ortak bir zemin arayışı, çoğu zaman engellenen ancak nadiren kendilerinin yarattığı, politikalarının değişmez bir özelliği olmuştur.
Örnekler çoktur. En çarpıcılarından biri Yalta Konferansı’ydı. Şubat 1945’te, Almanya’nın yenilgiye uğrayacağı beklentisiyle Roosevelt, Churchill ve Stalin dünyayı etki alanlarına bölme konusunda anlaştılar. Emperyalist güçler ve Stalinist bürokrasi, kendilerine düşen bölgelerde düzeni garanti altına alacak ve her şeyden önce Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda olduğu gibi işçi devrimlerinin patlak vermesini önleyeceklerdi. Bu karşı-devrimci ittifak, emperyalizm Stalinizm Avrupa’daki tüm devrim tehlikesini ortadan kaldırdığı için SSCB’yi “uluslar ittifakı” ile ilişkilendirmek için artık bir neden olmadığına karar verdiğinde bile sözlerini tuttu.
Batılı devletler 1947’de, Sovyet bloğunu “çevreleme” politikası adına, 1991’de SSCB’nin çöküşüne kadar sürecek olan Soğuk Savaşı başlattılar. Bu kırk yıl boyunca Rus bürokrasisi, kendi çıkarlarını savunurken birçok kez dünya düzeninin koruyucusu olarak hareket etti. 1953 ve 1956 yılları arasında Doğu Almanya, Çekoslovakya ve Polonya’daki işçi isyanlarını bastırdı ve Macaristan’daki işçi konseyi devrimini ezen onun tanklarıydı. Ve Brejnev, o dönemde Humeyni’nin gücünün İran dışında taklit edilmesinden çok daha fazla endişe duyan Amerika’nın örtülü onayıyla ordusunu Afganistan’a gönderdi.
Sovyet sonrası Rusya da emperyalist Batı’ya jestler yaptı. Putin, 11 Eylül 2001’de New York’taki İslamcı saldırıların ardından Orta Asya’daki üslerini Afganistan’ı bombalamaya giden Amerikan uçaklarının kullanımına açtı. Putin o dönemde Rusya’nın NATO’ya katılmasına izin verilmesini bile istedi…
2011’den sonra Suriye’de Esad rejimine karşı iç savaş patlak verdiğinde, bu bataklığa dahil olmak istemeyen ABD, Kremlin’in bu diktatörlüğü en azından bir süreliğine askeri olarak kurtarmasına izin verdi.
Ukrayna’daki “özel operasyondan” hemen önce Rus ordusunun Kazakistan’daki büyük saldırıları ve halk ayaklanmasını bastırmaya gittiğini de unutmayalım. Putin, Kazak bürokrasisini ve ABD’nin bunu yapamayacağı bir Rus etki alanında faaliyet gösteren Batılı tröstlerin çıkarlarını kurtardı.
ABD emperyalizmi - temsilcilerinin sürekli tekrarladığı gibi - güçlerini ve kaynaklarını Çin’e karşı yoğunlaştırmaya karar vermiş olsa da, Rusya’yı yeniden oyuna dahil etmenin kendisi için daha karlı olacağını hiç şüphesiz hesaplamıştır. Çünkü ABD inisiyatifi elinde tutuyor: Ukrayna’yı desteklemekten vazgeçerek, sadece Rusya ile uğraşarak uygunsuz hale gelen bir savaştan mümkün olan en kısa sürede kurtulmak; Rusya’yı, özellikle Doğu Avrupa, Kafkaslar, Orta Asya, Orta Doğu ve Afrika’nın Kremlin’in askerlerinin ve çıkarlarının olduğu bazı bölgelerinde dünya düzeninin olası bir yeniden düzenlenmesine dahil etmek…
Bu, Rus bürokrasisinin bir asır önceki kuruluşundan bu yana beslediği rüyayı gerçekleştirir: kapitalist dünyada yerini bulmak, orada tanınmak ve etki alanından ve elinin altındaki işçilerin sömürülmesinden elde ettiği zenginlikten tam olarak yararlanabilmek. Bunun mümkün olması ayrı bir konudur. Çünkü ABD emperyalizmi, bir gün Rusya’yı da vassallaştırdığı ve talan ettiği Ukrayna’nın akıbetine uğratma planından vazgeçmiş değil.
Amerikan-Rus görüşmeleri Macron’un da ifade ettiği gibi “önümüzdeki haftalarda bir ateşkese” yol açabilir mi? Bunu zaman gösterecek. Ancak bazılarının Trump’ın niyetini sandığı gibi bunun bir barış çağını başlatacağına inanmak büyük bir hata olur. Savaş, kâr yarışının egemen olduğu küresel kapitalist sistemin çarkının vazgeçilmez bir parçasıdır ve bu sistemdeki herhangi bir “barış” iki savaş arasındaki ateşkesten başka bir şey değildir. (LO, 26.02.25)