BİR İŞÇİ DEVRİMİ İÇİN!

SİYASİ SEÇENEKLERİMİZ

Seçtiğimiz yol, yukarıda söylenenlerden kaynaklanıyor. Bizler bolşevizmi, Ekim 1917 Rus devrimini, Komünist Enternasyo nal’in ilk yıllarını, Lenin ve Troçki dönemini ve bu geleneği sürdüren, Stalinist yozlaşmaya karşı hem III. Enternasyonal içerisinde hem de dışında mücadele eden Sol Muhalefeti deste kliyoruz. Bu ise bizi, bugün Türkiye’de var olan birçok siyasi akımdan ayırıyor.

Bugün kendilerine sosyal-demokrat diyen CHP ve DSP gibi partiler konusunda ısrar etmeye hiç de gerek yoktur. Bu partilerin diğer partilerden tek farkı, seçmen kitlelerinin özel likle halk kitlelerinden ve şehir küçük burjuvalarından oluşmasıdır. CHP ve DSP burjuva partilerdir ve onlarda Avrupa’daki sosyal demokrat partilerin sahip olduğu işçi kökleri bile yoktur.

Türkiye’de komünist hareket Rus devriminin hemen ardından ortaya çıkmıştır. İşçi sınıfı sayısal olarak çok az olmasına rağmen, mücadeleci bir geleneği olduğu için Komünist hareket buna dayanabilirdi. Fakat Mustafa Kemal’in siyaseti ve baskıları onun gelişmesini engellemiştir. Sonradan harekete katılan militanlar ise 1917 devriminin işçi sınıfı gelenekleriyle değil, devrime ihanet eden Stalinizm tarafından yetiştirildiler. Bu ise Türkiye komünist hareketinde derin izler bıraktı.

Bugün Stalinizmden vazgeçen Komünist Parti kökenli akımlar, açıkça reformist oluyorlar; mevcut düzen içerisinde siyasi bir köşe tutmaya çalışıyorlar. Bu, umutlu olmayan bir çabadır, çünkü burjuvazinin onlara tanıyacağı böyle bir olanak yoktur ve zaten burjuvazi böyle olanaklar vermek istemiyor. Bugün proletaryanın devrimci militanlarının yapması gereken mücadele bu değildir. Çünkü işçi sınıfının kurtuluşu ancak burjuvazinin ve emperyalist dünya düzeninin yıkılmasıyla mümkündür.

Kemalizm’den kopan başka siyasi akımlar ise, II. Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan Üçüncü Dünyacı ideolojilerin etkisinde gelişip Maoizme, Kastroculuğa ve Guevarizme kaymışlardır. Milliyetçiliğe yeni ve radikal renkler katarak, ona daha devrimci, hatta Marksist görüntüler verdiler. Fakat kesinlikle milliyetçi çizgilerinden vazgeçmediler veya bundan sözde vazgeçtiklerinde bile, enternasyonalizmi şekilsel ve Stalinist bir şekilde kavradılar.

Stalinist reformizm ile devrimci milliyetçilik akımları birbirlerini karşılıklı etkiliyorlar ve demokratik reformizmden tutun da gerilla hareketine ve halk iktidarını kurmak için silahlı mücadeleyi savunan hareketlere kadar varan, geniş bir yelpaze içerisinde yer alan, bir çok örgüt ortaya çıkıyor.

Fakat gerek halk iktidarı gerek işçi iktidarı için mücadele ettiklerini iddia etmelerine rağmen, aslında sadece kendi örgütlerinin iktidarını hedefliyorlar. Kesinlikle devrimci proletaryanın güçlenip, bir sınıf olarak iktidarı ele geçirmesini istemiyorlar.

Aşırı solun gerilla hareketi ise, kendi arzularını işçi sınıfının duyguları olduğuna inanıyor ve küçük burjuvazinin hiç bir çıkışı olmayan, çaresiz yolunu temsil ediyorlar. Bu akımların iktidara gelebilmeleri olasılığı çok azdır. Fakat buna rağmen iktidarı ele geçirirlerse, oluşturacakları iktidar işçi düşmanı olacaktır.

Reformist akımlardan gerilla hareketine kadar uzanan geniş yelpazeyi, bazı farklılıklarla Kürt ulusal hareketinde de görüyoruz. Kürt hareketi uzun zaman -Irak ve İran’da olduğu gibi-, aşiret reislerinin -ki bunların ufukları genelde aşiretlerini ve aşiret alanını geçmiyordu-, önderliğinde kalmıştır.

1960 ve 1970’li yıllarda toplumsal gelişmelerin sonucu ve solun gelişmesi kendini Kürdistan’da da hissettirmeye başladığında modern bir milliyetçilik doğmuştur. Bu milliyetçilik, farklı Türk sol gruplarının ideolojilerinden etkilendiler ve mücadele yöntemlerini Üçüncü Dünya ülkelerindeki ulusal kurtuluş hareketlerinden aldılar.

1980 darbesinden sonra Türkiye’deki rejimin daha da baskıcı olması -ki aslında bu darbeden önce başlamıştı-, Kürt küçük burjuvazisinin bir kısmını ve genelde Kürdistan’daki halkı -mecbur kaldıklarından dolayı-, ulusal mücadele saflarına itti. Bu bölünme, 1984’ten sonra PKK’nin gerilla hareketini başlatmasıyla ve askeri operasyonların yoğunlaşmasıyla daha da arttı. Öyle ki Kürt halkı ya bir tarafta ya da diğer tarafta yer almak zorunda kaldı.

Bizler, işçi sınıfının devrimcileri olarak, Kürt halkının kaderini tayin etme hakkını ve başta kendi ana dilini konuşma, yazma ve okuma olmak üzere kendi varlığını sürdürme hakkını tamamen savunuyoruz. Bizler Türk rejiminin Kürdistan’da uyguladığı baskılara ve savaşa karşıyız ve Kürt halkına karşı yapılan baskılarda, Kürt halkından yanayız.

Fakat bu, bizim Kürt halkı arasında yer alan temel örgütlerden, özel olarak PKK’den -ismi Kürdistan İşçi Partisi olmasına rağmen hiç de işçilerin çıkarlarını savunmuyor-, kendimizi tamamen ayırt etmemize engel değildir. PKK, Stalinist dil ve milliyetçi Üçüncü Dünyacı gerilla yöntemleri kullanarak oluşmuştur. Kürt küçük burjuvazisinin ve bir kısım büyük burjuvaların kendi ulusal devletlerine, devlet kuruluşlarına ve bunların getirdikleri ayrıcalıklara sahip olmasını temsil etmektedir. PKK Kürt emekçilerini bir araç olarak görüyor ve hiçbir şekilde Kürt işçi sınıfının, bir sınıf olarak, Kürt veya diğer burjuvaların aleyhine iktidarı almasını istemiyor.

Günümüz, işçi sınıfının dünya devrimi günüdür. Milliyetçilik, hem Kürt hem Türk hem de diğer milliyetçilikler insanları çıkmaza götürüyor. Eğer Türkiye Kürdistanı’nda veya tüm diğer Kürt bölgelerini de kapsayan sınırlar içerisinde ve şimdiki milliyetçi önderliklerin yönetiminde bağımsızlık elde edilip bir devlet oluşursa, bu devlet Kürt burjuvazisinin devleti olacaktır.

En iyi şekliyle küçük bir hakim sınıf tabakasına koltuk ve zenginleşme olanakları sağlayacaktır ve onu geri kalmış bağımlı bir burjuvazi konumundan bile kurtaramayacaktır. Gerek Kürdistan, gerek diğer Türk şehirlerinde yaşayan Kürt işçi sınıfının kurtuluş sorunu, yine ve tamamen gündemde kalacaktır.

Gerçekten işçi sınıfının devrimci ve enternasyonalist siyasetini savunduğumuz için, Troçkistiz ve IV. Enternasyonale bağlıyız. Ulusal baskılar dahil tüm baskılar ancak emperyalist sistemin ve onu savunan devletlerin -bizim içinse Türk devletinin-, yıkılmasıyla yok olacaktır.

İşte bu nedenle bizler, Türk, Kürt veya diğer ulustan emekçilerinin bir arada yer alacağı devrimci bir işçi partisinin inşası için mücadele veriyoruz. Bu parti, gerekli olan, devrimci işçi sınıfının dünya partisini yeniden inşası için çalışacaktır.

Yukarıda sözü edilen mücadeleyi içeren devrimci programı, yani Troçkist programı, benimseyen herkesle birlikte yürütmeye hazırız. Fakat bu programı, programdan kaynaklanan tüm sonuçları çıkararak uygulamak gerekiyor. Bunun anlamı ise tüm küçük burjuva amatörlüğünden arınmak, tüm güçlerin işçi sınıfı içerisinde kök salmamız için kullanılması, verilecek tüm mücadelelerde -en küçüğünden en büyüğüne kadar-, işçi sınıfının dünya devriminin birer militanı olarak davranmak ve sonuçta bolşevik tipte bir partinin inşası demektir.

Güçlerimiz çok sınırlıdır ve önümüzdeki görevlerin büyüklüğünün bilincindeyiz. Ancak, bizim için başka bir yol yoktur. Şu anda kendimizi inşası tamamlanmış bir önderlik olarak görmüyoruz. Bizim istediğimiz, Türkiye’de ve dünyada, enternasyonalist komünist yani Troçkist fikirler temelinde bir önderliğin inşası için tüm gücümüzü seferber ederek üzerimize düşen görevi yapmaktır.

 Sınıf Mücadelesi, 1 Mayıs 1997