BURJUVA DEMOKRASİSİ VE ASKERİ DİKTATÖRLÜK
Türk burjuvazisi tehlikeye girdiğinde, özel olarak işçi sınıfı tarafından tehdit edildiğinde, tekrar tekrar (1960, 1971 ve 1980) askeri diktatörlüğe başvurmuştur. 1960’ta Menderes’e karşı askeri darbeyi gerçekleştiren askerler kendilerini Kemalizm’in savunucusu, liberal kapitalizmin çok ileri gitmesine karşı olan ve sınıflar arası -tabii ki burjuva sınıfının lehine-, belirli bir denge isteyen kişiler olarak tanıttılar.
Fakat 1971 ve 1980 darbeleri toplumsal huzursuzluğun büyük olduğu bir ortamda gerçekleştiği için -ordu yöneticileri, yine Kemalist olduklarını, sınıflar arası bir uyum ve adalet savunucuları olduklarını iddia etmelerine rağmen-, açıkça işçi düşmanı tavırlarını sergilediler.
Böylece ordu, burjuva düzeninin -özellikle işçi sınıfı nedeniyle- her tehlikeye girdiğinde müdahale edip Türk burju vazisinin yardımına yetişmiştir. Askeri diktatörlük dönemleri dışında bile, Türk burjuvazisinin özgürlükçü olma iddiaları, kendi özgürlükleriyle sınırlı kalmıştır. Burjuvazi, halk kitleleri nin özgürlüklerine hep sınır çizmiştir; eylemlerinden dolayı giderek korktuğu işçi sınıfına ise, çok sınırlı tavizler vermiştir. İkinci Dünya Savaşı’na kadar çok yavaş büyüyen işçi sınıfı, 1950’li yıllardan sonra hızlı bir şekilde büyümüştür.
Emperyalizmin Türkiye’yi Ortadoğu, Balkanlar ve Karadeniz bölgelerindeki çıkarlarını korumakla görevlendirmesiyle bir likte, Türkiye’de montaj sanayi temelinde bazı yatırımlarda bulunmuştur. Bu yatırımlar, emperyalist tekellerin ortak olduğu ve denetim altında tutukları şirketler aracılığıyla yapılmıştır (General Motors, Ford, vb.).
Her ne kadar da Türkiye’deki büyük sermaye çevreleri bağımlılıktan kurtulamamış olsa bile, Koç ve Sabancı gibi büyük Türk sermaye grupları oluşmuştur. Türk burjuvazisi düşük ücretlerden yararlanarak, Avrupa’ya, Akdeniz ülkelerine, Yakındoğu ve Ortadoğu ülkelerine ucuz ürün, özellikle tekstil ürünleri ihracatı yapmıştır.
Toplumsal sınıflar içinde çok az bir yer tutan işçi sınıfı, montaj sanayi sayesinde hızla çoğalmıştır. Atölyelerde çalışan işçilerin dışında, metal, petro-kimya, maden ve tekstil işkolları nda yoğunlaşan büyük işçi merkezleri ortaya çıkmıştır. İşçi sınıfı, emekçilerin yoğunlaştığı bu merkezlerde mücadelecili ğini ortaya koymuştur.
Rejim, ABD’nin yol göstericiliğiyle, devletin denetiminde bir sendika bürokrasisi oluşturmuştur. Türk-İş’in yönetim kadrosu 1950’de oluşturularak emekçilerin resmi temsilcileri yapılmıştır. Emekçiler tüm istekleri için Türk-İş’e başvurmak zorunda kalmışlardır. Böylece devlet, ön tedbir alarak bağımsız bir sendikal hareketin önünü kesmiştir. Fakat Türk-İş, iktidar larla çok açık işbirliği içinde olduğu için, işçi sınıfını uzun süre aldatamamıştır. İşçi sınıfı sendikal alanda da etkisini ortaya koymuştur.