Suudi rejimin istikrarsızlığı
Bir Suudi iş adamı olan Türki Faysal El-Raşit, internet sitesindeki bir yazısında (Le Monde 4 Ocak 2013 haberine göre), “Suudi iktidarı için gerçek tehlike (…) ne İran’dır ne de terörizm. Tehlike daha çok gerçek siyasi, iktisadi ve kültürel reformlar sayesinde iyi bir yönetime kavuşma arzuları, kirli işlerle yolsuzlukların yok edilme arzularıdır” diye yazdı.
Suudi Arabistan dünyadaki petrol rezervlerinin dörtte birine sahip ve bu petrolün çıkarılma maliyeti çok düşük. Petrol ülkenin zenginliğini oluşturuyor ve aynı zamanda da ekonomiyi kırılgan kılıyor, çünkü devlet gelirinin %90’ı akaryakıt ihracatına bağlı. Haziran 2014’ten bu yana gelirler, petrol fiyatındaki düşüşten dolayı azalıyor. Petrolun varil fiyatı 18 ayda 114 dolardan (Ocak 2016 verilerine göre) 30 dolara düşerken Krallığın kamu harcamalarında önemli artış oldu.
Harcamanın büyük kısmı silahlanma için. Yemen’de sürdürülen savaş, harcamanın azalmasına kesinlikle katkı yapmıyor. Suudi Krallığı savunma için 90 milyar dolar harcadı. Böylece, ABD ve Çin’den sonra üçüncü sıraya yerleşip, Rusya’yı bile geride bıraktı.
Human Rights Watch (İnsan Hakları İzleme Örgütü) verilerine göre, ABD Suudi Arabistan’a 2015 Mayıs ile Eylül ayları arasında 7,8 milyar dolarlık silah sattı. İngiltere Mart 2015’te 2,8 milyar sterlin değerinde silah malzemesi sattı. Fransa da geride kalmadı. Suudi Krallığı, Fransa’nın en iyi müşterisi. Meclis’in 2016’da silah ticareti ile ilgili yayınladığı bir rapora göre, 2006 ile 2015 yılları arasında Suudi Arabistan; Katar, Mısır, Brezilya ve Hindistan’ı geçerek 12 milyar avroluk silah satın aldı ve birinci sıraya yükseldi.
Şu ana kadar ülkede en yukarıdan en aşağıya kadar, petrolden gelen milyarlar harcanıp bir nevi sosyal barış sağlanmıştı. Petrol rantı sayesinde aynı zamanda kraliyet ailesine bağlı binlerce prens ile çevresi sadık kalmıştı. Bu amaçla verilen, sadece “maaşların” yıllık tutarı 2 milyar dolar civarında. Yani Krallığın toplam kamu harcamalarının %5’i civarında. Petrolden gelen dolarlar sayesinde binlerce kamu memuru işe alındı, ailelerin tükettiği petrol, su ve elektriğin fiyatı sübvanse edildi. Özel sektördeki esas işler ise yabancı kaynaklı ucuz iş gücü ile yapılıyor. 26 milyon civarındaki toplam nüfus içinde çalışan sayısı 18 milyon. Çalışanların yarısı göçmen emekçiler. Tüm bunlara ek olarak bir sürü hediye var. Krallığın temel işleyişi torpile dayanıyor.
Ancak başkent etrafındaki gecekondularda yaşayan yoksul kitleler, petrol gelirinden yararlanamıyor. Bu mahallelerde temel kamu hizmetleri yok. Suudi halkının %20’si yoksulluk sınırının altında. İşsizlik gerçek bir felaket; resmi verilere göre bile, çalışabilecek durumdakilerin %12’si işsiz. Bazı kaynaklar, gerçek işsizlik oranının %20 ile %30 arasında olduğundan söz ediyor.
Petrol gelirinin azalmasından kaynaklanan kriz nedeniyle oluşan iflas tehdidini ve kitlelerden gelebilecek tehditleri engellemek amacıyla çözüm aranıyor. Rejim kamu yardımı siyasetini sürdürmek istiyor ama silahlanma harcaması ve dış siyasetinin finansmanını da sürdürmeye çalışıyor.
Krallık, 2007’den bu yana ilk defa bütçe açığını kapatmak amacıyla JP Morgan, HSBC ve Citigroup’tan 10 milyar dolar borç aldı. Muhammed Bin Selman, kendince mütevazi, “2030 Görüşü” diye bir plan sundu. Buna göre özelleştirmeler, özellikle Aramco’nun (Arap Amerikan Petrol şirketi) kısmen özelleştirilmesi yapıldı; bu kamu petrol kurumu şirketi hisse senetlerinin %5’i satışa çıkarıldı ve böylece ülkenin doğal enerji kaynaklarının denetimi yabancı yatırımcıların denetimine açıldı.
Kitleleri hedef alan ilk kemer sıkma kararları alındı. Artık kamuda çalışanlar da gaz, su ve elektrik faturalarının tümünü ödemek zorunda. Sınırlı olsa da, 2016’nın ilk üç ayında internet yoluyla yüksek faturalar protesto edildi. “2030 Görüşü” planına göre özel sektörde daha çok Suudi emekçi çalıştırılacak. Ancak bu yıllardan beri söyleniyor. Göçmen işçilere karşı savaş yıllardır sürüyor ve zaten zor olan yaşam şartları daha da zorlaşıyor. Onlara kesilen cezalarla birlikte polis baskısı da artıyor. Ülkenin, bu çok sömürülen emekçilere ihtiyacı var ama aynı zamanda bu emekçiler, egemen sınıf için sürekli bir tehdit olarak görülüyor.
Ekonomik krizin büyümesinin sonuçları katlanıyor; bu durumda, rejimin muhalefete karşı feci bir diktatörlük uygulamasına, insanları falakaya yatırmasına ve kelle uçurma yöntemleri uygulamasına rağmen, kitlelerin ayaklanma olasılığı var. 2011’deki Arap Baharı isyanları döneminde o zamanın kralı Abdullah, isyanın Suudilere yayılmasını engellemek amacıyla belirli istisna sosyal kararlar almıştı: Ücretlere zam yapıldı, işsizlere işsizlik maaşı bağlandı.
İktidarın sorunları ekonomik sıkıntılarla sınırlı değil. İktidar çok gerici Sünni Vehhabi çevrelere dayanıyor; Şii çevreler onlarca yıldır buna karşı çıktığı için siyasi bir sorun oluşuyor. Şiiler, toplam nüfusun %10’unu oluşturuyor ve yoğunlukla ülkenin Doğu illerinde, yani Lahsa ve Katif bölgelerinde yaşıyor. Bu bölgeler önemli, stratejik bölgeler çünkü Suudi Arabistan’ın doğal kaynakları buralarda. Şiiler en yoksullar olduğu gibi, kamu yönetiminde, orduda ve güvenlik güçlerinde de hiçbir yüksek mevkie getirilmiyorlar. Petrol üretimini tekelinde bulunduran Aramco, %40 oranında Şii kökenli çalıştırıyor.
1980-81 yıllarındaki Katif ve Hüfuf isyanlarında ve Arap Baharında, Bahreyn’deki Şiileri desteklemek için yapılan yürüyüşlerle, Şiiler baş kaldırdı. Her defasında feci baskılara maruz kaldılar. Yine de isyan duyguları, küllerin altında yaşıyor.
Devletin zirvesindeki dengeler çok kırılgan ve her iktidar değişikliğinde sorun yaşanıyor. Muhammed Bin Selman, şu anda Kralın oğlu olduğundan, en azından babası sağ olduğu sürece, meşru bir desteğe sahip. Selman iktidarını güçlendirmek için bazı manevralar yaptı: Haziran 2017’de, önceki veliaht prens olan Muhammed Bin Nayef’i, 4-5 Ekim’de onlarca prensi, bakanı ve iş adamını yolsuzluk iddiasıyla tutuklattı. Ancak bunların yeterli olacağı kesin değil.
Şu anki veliaht prens, kadınların araba kullanma hakkı olması ve sinema salonlarının yeniden açılması gibi bazı kararlarla kendine modern görüntüsü vermeye çalışıyor. Buna rağmen, bu orta çağ krallığı kadınları baskı altında tutmaya devam ediyor -örneğin kadın eşi dışında birisiyle ilişkide olursa idam ediliyor- kitleler ahlak polisi baskısıyla ve fetva ile yönetiliyor ve en küçük özgürlük girişimi anında bastırılıyor. En küçük internet haberi yıllarca hapis cezasına sebebiyet verebiliyor ve hatta bazen kelle uçurularak idam kararına yol açıyor.
2014 yılında bir krallık kararı, terörizmi şu şekilde tarif etti: “Kamu düzenini bozmayı… veya toplumun güvenliğini veya devletin devamlılığını… veya devletin şeref ve haysiyetini hedefleyen eylemler.” Aynı yıl İçişleri Bakanlığı’nın yayınladığı bir karara göre, “ateizmi savunmak” ve “herhangi bir hareket, kurum, örgüt veya siyasi partiyi desteklemek, ona katılmak veya sempati duymak” terör suçudur. Rejim hiçbir muhalefete imkan tanımamak için korku salıyor.