Aralık 1991: SSCB'nin sonu, komünist fikirlerin sonu değil

devlete bölünmesini komünizmin başarısızlığı olarak sunarak sevinçle karşıladılar. Bir sözde entelektüel, tarihin sonuna gelindiğini, kapitalizmin insanlığın aşılamaz ufku haline geldiğini iddia etti. Emperyalist güçlerin liderlerine ve medyaya inanacak olursak, demokrasi, özgürlük ve refah, SSCB'den çıkan cumhuriyetlere vaat edilmişti. SSCB'nin dağılmasının sosyal, ekonomik ve siyasi açıdan yol açtığı feci sonuçları görmemek elde değil: eşitsizliklerin patlaması, birçok eski Sovyet cumhuriyetini geriye götüren ve Rusya nüfusunun dörtte birini bile etkileyen yoksulluk ve sayısız silahlı çatışma...

Dünya devrimi perspektifiyle doğan SSCB

30 Aralık 1922'de kurulan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, Ekim 1917 proleter devriminin bir

ürünüydü. Sovyet Rusya'ya karşı emperyalist müdahale, onun yıkılmasıyla sonuçlanmadığından, proletarya tarafından zaferle savunulan topraklar, Rusya, Ukrayna, Belarus ve Transkafkasya cumhuriyetlerinden oluşan bir federasyon halinde birleşti. Bu devletin toprakları, onu dünyanın en büyük devleti yapıyordu.

SSCB'nin varlığı, üretim araçlarının özel mülkiyeti ve piyasa yasalarının ekonomi üzerinde hakimiyeti olmayan, kapitalizmden farklı bir yolun mümkün olduğunu kanıtlıyordu. İşçi sınıfının, devleti kendi yöneteceği bir toplum kurabildiğini gösteriyordu. Bu nedenle emperyalizm, SSCB'nin devrimci kökenlerini asla affetmedi.

Stalinist bürokrasinin asalaklığı

1920'lerin başında devrimci dalganın gerilemesi, SSCB'nin izole olmasına yol açtı. Devletin başında, proletaryanın iktidarını gasp eden ayrıcalıklı bir sosyal tabaka, bürokrasi, gelişti. Bürokratlar kapitalist değildi. Zengin olmayı arzuluyor olsalar da, SSCB'de hiç kimse devrimin kolektifleştirdiği üretim araçlarına resmi olarak sahip olmaya yetkili değildi. Az çok gizli olan servetleri, yalnızca denetledikleri devlet kaynaklarının ve ekonomik kuruluşların talanından geliyordu. Bürokrasinin farklı kesimleri arasında süren devletin servetini paylaşmak için sürekli bir mücadele vardı. Stalin, bu çekişmelerin SSCB'nin istikrarını ve bürokrasinin çıkarlarını tehlikeye atmasını önlemek için tüm topluma ağır bir diktatörlük dayattı.

SSCB'yi izole edilmişlikten ve göreceli geri kalmışlıktan kurtarabilecek tek yol olan dünya devrimi perspektifine sırtını dönen Stalin, “tek ülkede sosyalizm” sloganını ortaya attı. Devrim hedeflerine ve enternasyonalizme sadık kalan muhalifler katledildi.

Piyasa kanunlarının dışında bir ekonomik gelişme

Sovyet ekonomisi, devrimin yarattığı dinamizm sayesinde inşa edildi. Burjuvazi mülksüzleştirildikten sonra, tüm Birlik çapında birbirini izleyen beş yıllık planların uygulanması üretimi yönlendirdi. Sovyet sanayisi, 1929 krizinin etkisiyle dünya ekonomisi çökerken, hızla gelişti. Bu muazzam ekonomik büyüme, Stalinist bürokrasinin düşmanı Troçki'nin, bürokrasiye ve geri kalmış bir toplumun kusurlarına rağmen, sosyalizmin “Kapital'in sayfalarında değil, dünya yüzeyinin altıda birini kaplayan bir ekonomik alanda zafer hakkını kanıtladığını” yazmasına neden oldu. Diktatörlük ve bürokrasiye rağmen, İkinci Dünya Savaşı'nın yol açtığı yıkıma rağmen, ekonomik gelişme 1970'lere kadar devam etti ve Sovyetler Birliği, ABD'nin ardından dünyanın ikinci büyük ekonomik gücü haline geldi.

SSCB'nin dağılması

1953'te Stalin'in ölümüyle, bürokratlar arasındaki çekişmeler devletin tepesine kadar uzanan şiddetli bir mücadeleye dönüştü. Neredeyse otuz yıl boyunca bastırılan bu çekişmeler, 1982'de Brejnev'in ölümüyle genel bir çatışmaya dönüştü. İktidarını sağlamlaştırmak için, Mart 1985'te Komünist Parti'nin yeni genel sekreteri seçilen Gorbaçov, on beş Sovyet cumhuriyetinin yönetici klanlarına artık güvenemezdi: giderek güçlenen bu klanlar, merkezi iktidara karşı bağımsız hareket ettiklerini açıkça gösteriyorlardı.

Gorbaçov, bürokrasinin bazı kesimlerinde, entelektüel küçük burjuvazide ve daha geniş anlamda Batı modelinden etkilenen bir kısmı kamuoyunda başka destekçiler aradı. Sistemin ve ekonominin yeniden yapılandırılmasından, perestroykadan söz etti. Glasnost'un, ifade özgürlüğünün gerekliliğini vurguladı.

Haziran 1991'de Rusya Cumhuriyeti'nin başına seçilen Yeltsin, cumhuriyetleri merkezi iktidardan olabildiğince daha bağımsız olmaya teşvik etti. Cumhuriyetler bunu yaptılar ve sonunda Birlik dağıldı, Gorbaçov istifa etmek zorunda kaldı ve 25 Aralık 1991'de SSCB'nin sonu resmen ilan edildi.

İşçiler ve halklar için bir gerileme

SSCB, kapitalizmi övenlerin çıkarcı iddialarının aksine, ekonomisinin çöküşü nedeniyle yok olmadı. Devletin parçalanmasına ve şiddetli bir ekonomik çöküşe neden olan, bürokrasinin artan asalaklığıyla bağlantılı bir sürecin sonucu olarak, yukarıdan aşağıya doğru bir parçalanma yaşandı. Rusya'da Yeltsin fiyatları serbestleştirdi, fiyatlar fırladı ve özelleştirme programları başlatıldı. En iyi konumdaki bürokratlar şirketleri parçalamak ve ele geçirmek için acele ettiler. Şirketleri bölüşmek ve ekonomide hızlı bir şekilde kâr getirebilecek her şeyi ele geçirmek için birbirleriyle yarıştılar.

1990'ların sonunda, 1998'deki finansal çöküşün ardından, eski SSCB ülkelerinin istikrarı, ekonomik ve siyasi kaos, üst düzey yöneticilerin büyük çaplı soygunları, milliyetçiliğin patlaması ve etnik çatışmalar nedeniyle tehlikeye girdi. 2000 yılında Rusya'nın başına gelen Putin, bürokrasinin genel çıkarları doğrultusunda “dikey iktidar”ı yeniden kurmayı kendine görev edindi. İş adamlarının devlete boyun eğmelerini ve vergilerini ödemelerini zorunlu kılarken, Rusya'nın dünya pazarına yeniden entegrasyonu perspektifiyle onların yağmalamalarına izin verdi.

Ancak krizdeki kapitalizm, uzun zamandır ilerleme yeteneğine sahip değil. Sovyetler Birliği'inden miras kalan ekonomi ve sosyal ilişkileri, bir azınlığın zenginleşmesine izin vermek dışında, etkili bir şekilde kapitalizmi yerine getiremiyor.