Nükleer program üzerine yapılan anlaşmanın arkasında, Amerikan liderlerinin hesapları
İran ile büyük güçlü devletler arasında Cenevre’de imzalanan anlaşma, bu ülke üzerinde ağırlığını hissettiren ceza ve yaptırımları hafifletmeyi öngörüyor. İran bunun karşılığında, nükleer programını azaltacağına dair söz veriyor.
İranlı yöneticilerin kendi dilekleri olarak adlandırdıkları bu anlaşma, ceza ve yaptırımları tamamen kaldırmaktan uzak olsa da, sadece ABD politikasında yapılan bir değişiklik sayesinde mümkün oldu. Böylece İran, azılı düşman statüsünden olası bir müttefik statüsüne geçti.
ABD’nin İran’ karşı politikası, 1979 yılında Şah’ı deviren devrimden bu yana, yeni rejimi önce yalıtıp mümkün olduğunda devirmek şeklinde özetleniyordu. Şah, Ortadoğu’da, ABD politikasının bir ayağı iken, Humeyni ve onu izleyenler Batı çıkarları karşısında, kendi özerkliklerini dayatmak istiyorlardı. ABD’nin açık düşmanlığına, islami rejimin ortaçağ niteliklerinden çok, bu durum daha fazla yol açtı. ABD bu gibi müttefiklerle uyum sağlamayı biliyor. İran halkı bu düşmanlığı çok yüksek bir bedel ile ödedi. ABD’nin desteğiyle İran Şahı’nı devirmek için Irak rejimi tarafından başlatılan savaş sekiz yıl sürdü ve bir milyondan fazla kişinin ölmesine yol açtı.
Tahran’ın bir nükleer programı geliştirmek istemesi, ABD liderlerine halkın birçok olanaktan mahrum kalmasına neden olan ekonomik yaptırımlara bir bahane olarak hizmet etti. Bunların hiçbiri, rejimi dize getirmedi ve sonuçta bugün Obama anlaşmayı imzalayarak, başarısızlıktan ders çıkarıyor.
ABD politikasının çark etmesi, derin bir bataklığa batmış olan ve bataklıktan yeni bir askeri macera ile çıkmayı ümit edemeyen ABD için uygun. Irak’taki silahlı müdahalesi, bütün denetimlerden kurtulan yani kontrolden çıkmış bir durum yarattı. Suriye ise çıkışı olmayan bir iç savaşın kurbanı oldu. Obama, İran ve Rusya ile birlikte, emperyalizm için hayati bir önemi olan dünyanın bu bölgesinde, bir denge sağlamak için yeni bir ittifakı ortaya koymaya çalışıyor. İran nükleer programı üzerine anlaşmadan sonra, Suriye’deki iç savaşa son verme çalışmaları yapılıyor.
İran liderleri, kendilerini bu ittifaka hazır gösterdiler. Yeni cumhurbaşkanı Ruhani, geçtiğimiz haziran ayında seçilmesinden beri, kendisini Batıya açılım yanlısı olarak sunuyor. Hatta Cenevre Anlaşmasından önce bile, özellikle de eylül ayında, Birleşmiş Milletler Genel Kurul kürsüsünden yaptığı konuşma sırasında, bu yöndeki sinyalleri arttırma konusunda kaygı taşıdığını gösterdi. Bu vesileyle, Obama’yla yaptığı, Şah’ın devrilmesinden beri, ABD ve İran Cumhurbaşkanları arasında ilk olarak gerçekleştirilen telefon görüşmesini, büyük bir reklam kampanyasına dönüştürdü.
Cenevre Anlaşması, henüz başka anlaşmalarla sürüp sürmeyeceğini bilmediğimiz için ittifak yönünde atılmış yeni bir adım. Amerikan politikasının bu biçimde çark etmesi, çok sayıda muhalefetle karşılaşıyor. Hatta ABD’de bazı politikacılar, bütün bu olanlara karşılık yeni yaptırımlardan söz ediyorlar. Dışarıda da, ABD’nin bütün müttefikleri arasında, bu yakınlaşmanın sonuçlarından korkanlar arasında, ilk sırada İsrail var. Büyük ABD ve Avrupa tröstlerinin bu işi ciddiye aldıklarına, Batılı yaptırımlarla dışlanmış bir ülkede aktif bir biçimde yer alabilmek amacında olduklarına dikkat çekilebilir.
Bütün bu diplomatik ve ekonomik hesaplar, yıllardır tekrar ederek kulaklarımızı hırpaladıkları nükleer sorunun yeniden gün yüzüne çıkıp her zaman olduğu gibi bir paravan rolü olduğu görülüyor. LO (29.11.2013)