Sinif Mucadelesi

Savaş bölgesinde “demokratik” seçimler

Çarşamba 6 Kasım 2013

1 Mayıs 2013’de Pakistan’da genel seçimler yapıldı ve Batılı liderler bunu; “Pakistan’da demokrasiye dönüş” diye yutturmaya çalıştı.

Demokrasi iddiaları laftan ibaret olup, esas amacın emperyalist güçlerin Pakistan’ı birkaç on yıldan beri savaş bataklığına sürüklediğini ört bas etmektir.

Özellikle İngiliz basını Pakistan’da ilk defa sivil bir hükümetin ardından demokratik seçimlerin yapılıp yeni bir demokratik hükümetin başa geldiğine vurgu yaptı. Örneğin The Economist dergisi; “Pakistan tarihinde ilk defa demokratik seçimlerle iktidar süresini tamamlayan bir hükümet, özgürlük ortamında yapılan seçimler sonucu iktidarı yeni bir hükümete devretti. Pakistan demokrasisi hiçbir zaman bu kadar güçlü olmadı” diye yazmaktan çekinmedi.

Evet bu defa iktidardaki sivil Pakistan Halk Partisi hükümeti, ne bir askeri darbeyle ne baskı sonucu erken seçim tertiplemek zorunda kaldı ne de 2008’de Benazir Butto’nun katledilmesinden sonra olduğu gibi bir ortamda iktidarı terk etmek durumunda kaldı. Ama bu durum, İngiliz basının iddia ettiği gibi Pakistan’ı 70 yıllık tarihi boyunca idare eden ordunun, artık gerçekten, kesin bir şekilde kışlaya çekildiği anlamına mı geliyor? Veya Pakistan’daki siyasetçiler ün yapmış yolsuzluk geleneklerinden vaz mı geçtiler? Bu iki durum da değişmedi.

Pakistan siyasi hayatında yolsuzluk öyle bir seviyeye ulaştı ki siyasetçilerin tümünün, siyasi hayatlarında en az bir defa yolsuzluğa bulaştığı tespit edildi. Örneğin son hükümet partisi olan Pakistan Halk Partisi Başbakanı Pervez Eşref, enerji bakanı iken haraç almakla yargılandı. Ondan önceki başbakan olan Yusuf Rıza Gilani (o da aynı parti üyesi) 2012’de, Yüksek Mahkeme’nin adalete engel olduğu kararı nedeniyle istifa etmek zorunda kalmıştı. Çünkü Gilani Pakistan Halk Partisi üyesi olan şimdiki Cumhurbaşkanı Asif Ali Zardari’nin karıştığı yolsuzluk ve cinayet soruşturmaları engellemişti. Benazir Butto’nun eşi olan Zardari, daha önceki bakanlık dönemlerinde aldığı haraçlar yüzünden “Bay yüzde 10” diye biliniyordu.

Yolsuzluğa bulaşan, sadece Pakistan Halk Partisi değil. Pakistan Halk Partisi’nin hükümet ortağı, Avami Ulusal Partisi ve Muhacir Ulusal Partisi de yolsuzluğa bulaşmış. Öyle ki bu iki partinin bazı üyeleri tehditle haraç toplama suçlarından hapiste.

11 Mayıs seçimlerini kazanan siyasetçilerin, diğerlerinden geri kalır yeri yok! Örneğin seçimleri kazanan Pakistan Müslüman Birliği lideri Navaz Şerif, üçüncü defa başbakan oluyor ve cinayet ve yolsuzluk suçlamalarıyla yargılanıyor. Navaz Şerif’in kardeşi Şahbaz, Pakistan Müslüman Birliği’nin kalesi olan Penjab bölgesi yöneticisi olup o da büyük yolsuzluklara karışmış bir kişi olarak tanınıyor.

Pakistan’ın önde gelen bütün siyasetçileri, ellerinden gelen her şeyi kullanıp şu veya bu şekilde iktidarda veya iktidar çevrelerinde kalmak istiyorlar. Pakistan burjuva sınıfının çıkarlarını savunan üç belirleyici güç odağı olan siyasi çevrelerin bu isteğinin nedeni; yargı gücü ve ordu arasındaki ilişki ve güç dengeleri çerçevesinde yapılan pazarlık sonucu, ağır yolsuzluk suçlarının getireceği cezalardan kurtulabilmek.

Pakistan’daki son seçimlere uzaktan bakıldığında, ordunun hiç müdahale etmediği izlenimi verilebilir. 1988’de diktatör general Ziya ül Hak’ın gizemli bir uçak kazasında ölmesinin ardından ordu, arka plana çekilerek siyasete doğrudan müdahale etmiyor. Tek istisna, Ekim 1999’da general Müşarref’in yaptığı askeri darbe ve onu takip eden üç yıl boyunca uygulanan olağanüstü haldir. Bundan hareket ederek, general Ziya ölümünden sonra, ordunun siyasi ve sosyal alandaki gücü ve müdahalesinin bittiği gibi yanlış bir sonuca varabilir miyiz?

Böyle bir sonuca varmak, ordunun ülke hayatında, ekonomik alandan devlet aygıtına, bütün önemli mevkilere getirilenleri denetlemesi, terörist grupları kullanması veya bazı bölgelerdeki feci baskıları düzenlemesini görmemek demek. Bu son seçimlerde ordunun doğrudan ön plana çıkmamış olması, sadece bundan böyle perde arkasında her şeyi ciddi bir şeklide denetleme olanaklarına sahip olduğunu gösteriyor.

“Demokrasi” ve terörizm

Pakistan’da yaşananlar göz önünde bulundurulduğunda, son seçimler özgürce yapıldı ve artık ülkeye “demokrasi” geldi demek büyük bir yalan. Bazı rakamlar, durumun gerçekten ne olduğu daha iyi anlatıyor. Polisin verdiği resmi rakamlara göre (büyük bir olasılıkla eksiktir) sadece seçim faaliyetleri esnasında 150 kişi öldürüldü. Daha çok sayıda insan yaralandı, işkenceye, saldırıya uğradı veya kaçırıldı. Onlarca seçim merkezi bombalandı veya yakıldı. Seçimlere katılan partilerin çoğu, saldırılardan korktukları için büyük seçim mitingleri yapamadı. Sadece küçük özel toplantılarla yetinmek zorunda kaldı.

Seçim günü 29 kişi çeteler veya bombalı saldırılar sonucu öldürüldü. Askerin, polisin ve özel silahlı güçlerin bütün seferberliğine rağmen, bu saldırılar engellenmedi. Hatta bazı kaynaklara göre silahlı güçlerin boy göstermesinin nedeni, ölümcül saldırıları engellemek için değil, seçmenlerin sandık başına gidip oy vermesini engellemek içindi!

Bu “özgür” seçimlerdeki başka bir tuhaflık ise seçime katılan aşırı dinci bir sürü örgüt olmasına rağmen, aldıkları toplam oy sayısının %5 ile sınırlı kalmasıdır. Yine de bu dinci örgütlerin silahlı grupları, seçim sonuçlarını önemli ölçüde etkiledi. Örneğin daha seçim çalışmaları başlamadan önce bazı İslamcı terör grupları, İslamcı olmayan ve laik adayların, seçim kampanyası yürütmelerine izin vermeyeceklerini ve de eğer uyarıları dikkate almayan adaylar bombalı saldırı veya suikasta uğrarlarsa suçu kendilerinde aramaları gerektirdiğini belirten açıklamalar yapmıştı.

Bu terörist İslamcı grupların tehditlerine boyun eğmeyen partiler; Avami Ulusal Partisi ve Muhacir Ulusal Partisi oldu. Pakistan Halk Partisi ve Pakistan Müslüman Birliği, geçmişte bazı aşırı İslamcı sağ gruplarla koalisyon ortaklıkları yapmış oldukları için tehditlerden hiç rahatsız olmadı. Ülke çapında geniş seçim kampanyalarını sadece aşırı sağcı grupların doğrultusunda hareket eden Pakistan Müslüman Birliği ve Navaz Şerif’in Pakistan Adalet Partisi yapabildi. Diğer partiler, sınırlı seçim faaliyetleriyle yetinmek zorunda kaldı.

İşte yukarıda anlatılan şartlarda seçimden en kazançlı çıkan, birinci sırada Pakistan Müslüman Birliği ve ikinci sırada Pakistan Adalet Partisi’nin olması şaşırtıcı değil. Seçim sisteminden dolayı Pakistan Adalet Partisi, en çok oy alan ikinci parti olmasına rağmen milletvekili sayısı açısından üçüncü sırada yer alıyor. İkinci sırada ise Pakistan Halk Partisi yer alıyor.

Son 25 yıl içerisinde, general Müşerref’ın üç yıllık diktatörlüğü hariç, iktidarda sıra ile Pakistan Halk Partisi ve Pakistan Müslüman Birliği hüküm sürdü. Seçmenler, bu süre içerisinde bu iki iktidar partisi arasında, iktidara geldiklerinde uyguladıkları siyasetlerde fazla bir fark olmadığını görebildi. İşte bu nedenle daha önceki genel seçimlerde oyların bir bölümünün bir partiden diğerine kayması, milletvekili oranlarında fazla farklılık yaratmıyordu. Ama bu son seçimlerde sonuçlar farklı oldu.

Bunun esas nedeni, ortaya bir “üçüncü güç” olarak çıkan İmran Han’ın Pakistan Adalet Partisi değil. Her ne kadar, Pakistan Adalet Partisi yüzde 17 oy alarak, yüzde 15 oy alan Pakistan Halk Partisi’nin önüne geçmiş olsa da, Pakistan Halk Partisi, seçim sisteminin çarpıklıklarından yararlanarak birçok yerde milletvekili koltuklarını kaptı.

Yine de Pakistan Halk Partisi, federal meclisteki milletvekili koltuğunun yüzde 60’ını kaybetti ve Pakistan Müslüman Birliği ise milletvekili sayısını iki katına çıkardı. Pakistan Halk Partisi, yerel temsilciler konusunda da yüzde 70 oranında büyük kayba uğradı ve sandalye sayısı 107’den 6’ya indi. Pakistan Halk Partisi, yerel yönetimlerin neredeyse tamamını kaybetti: Koruduğu tek yerel yönetim kalesi olan Sindh eyaleti (Karaşi bölgesi) oldu.

Farklı ulusları barındıran bir “barut fıçısı”

Pakistan kuruluşundan bu yana sürekli bir savaş alanı oldu ve son dönemlerde bu durum, büyük güçlerin bölgedeki çıkarları çerçevesinde daha da feci bir hal aldı. Örneğin Afganistan’da, son 12 yıl boyunca yaşanan savaş nedeniyle Pakistan, emperyalist güçlerin aracı olarak kullanıldı.

Pakistan’ın geldiği durumu anlamak için İngiltere’nin sömürgecilik döneminin son 50 yılında, bu bölgede uyguladığı siyasetleri göz önünde bulundurmak gerek. 19’uncu yüzyılda Britanya İmparatorluğu’nun, Çarlık Rusya’sına karşı uyguladığı siyaset ekseninde bölge halklarını ikiye, üçe, hatta daha fazla parçalara böldü. Bu siyaset nedeniyle sonradan oluşturulan Pakistan’da patlamaya hazır bir sürü bomba oluştu ve bu durum, bugün daha feci bir şekilde devam ediyor.

Üstelik son 30 yıl boyunca emperyalist güçler yaptıkları müdahaleler sonucunda, Afganistan’ı sürekli bir savaş alanına dönüştürmekle kalmadılar Pakistan’ı da bu girdaba sürükleyip 180 milyonluk Pakistan halkını, bir yandan kendi burjuvazisinin asalaklığı, siyasetçilerin ve generallerinin yolsuzlukları ve diğer yandan Batılı emperyalist güçlerin sürekli askeri müdahale tehditleri arasında sıkıştırdılar. Örneğin Obama’nın iktidara gelişinden bu yana, ABD’nin insansız savaş uçakları, Pakistan hava sahasında terör estiriyor.

Emperyalizm, Afganistan’da olduğu gibi Pakistan’da da, aşırı sağ İslamcı güçlerin oluşup güçlenmesine katkıda bulundu ve bu bombanın Afganistan’dan sonra şimdi de Pakistan’da, yüzlerinde patlama olasılığı var. Ancak Pakistan’da, Afganistan’dan farklı olarak, 1960-1970 yılları arasında büyük mücadeleler vermiş olan kalabalık bir işçi sınıfı var. Ümit ederiz işçi sınıfı harekete geçip tüm bu kirli oyunları boşa çıkarır.

Class Struggle (Temmuz 2013)


Ana sayfa | İletişim | Site planı | |

Site yaşamını izle tr  Site yaşamını izle Arşiv  Site yaşamını izle Arşiv 2013  Site yaşamını izle Sınıf Mücadelesi Sayı : 185 - 1 Kasım 2013  Site yaşamını izle Sınıf Mücadelesi’nin Sözü   ?