Ana sayfa > Arşiv > Arşiv 2012 > Sınıf Mücadelesi Sayı : 167 - 5 Mayıs 2012 > Fabrikalardan... İşyerlerinden > Belediye
Sözleşme bitti umudumuz yeni sözleşmede
Toplu sözleşme işveren ile sendika bürokratları arasında anlaşmalı olarak imzalandı. Sözleşme sürecinde işçilerin görüş ve talepleri dikkate alınmadı, işçilerin fikirlerini sorma gereği bile duyulmadı. Eğer sendika işçilerden görüş ve destek alarak işverenin karşısına çıkmış olsaydı, elbette ki işveren için bazı sıkıntılar olacak işçilerin ise kazancı olacaktı. Ama sendikacılar bildiğini okudu. Araları bozulmasın diye işverenin tüm şartlarını kabul ettiler.
Sadece gece vardiyasında, büyük çöp kamyonlarında artık iki değil, üç işçi çalışacak. Ancak bu kararın uygulanma tarihinin ucu açık, ileriye ertelendi. Büyük araç sayısı 10, demek ki 30 işçi bu anlaşmadan yararlanacak. Bir an önce uygulanırsa çok iyi olur. Sözleşme ile gelen başka bir hak da çalışan işçinin eş ve çocuklarının ölümü durumunda 200 lira ödenecek olması. İlk kez böyle bir madde eklendi zaten işverene fazla bir mali yük getirmeyecek.
Ücretimiz, sendikaların açıkladığı dört kişilik bir ailenin açlık sınırı olan miktarın altında. İşçilerin en önemli talebi taban ücretinin yukarı çekilmesi ve ücretin ciddi olarak artmasıydı. Bu haklı talebe rağmen sözleşme %10 artışla sonuçlandı. İşçilerde hayal kırıklığı oluştu.
Sözleşmeden üç gün sonra, şovmen patronumuz ünlü moda tasarımcısı Cemil İpekçi’yi yanına alarak, kendi reklamını yapmak amacıyla ulusal medyayı da çağırarak, temizlik işçilerinin yeni iş elbiselerini büyük olaymış gibi gösteriye dönüştürdü. O esnada bir işçi, medyanın önünde “yoksuluz bize erzak verilmiyor” deyince, önce kaşlarını çattı, sonra temizlik müdürünü çağırıp “bundan böyle işçilere iki ayda bir erzak verilecek” dedi. Hemen ardından bir işçi “elbiselerimiz bir renk ama ayakkabılarımız ayrı ayrı, spor ayakkabı verilirse çalışmamız daha kolaylaşır” dedi. Patron “isteklerinizin maliyeti yükseldi” dedi ama işçilerin ayakkabıları içler acısı durumdaydı. Medya mensupları işçilerin ayakkabılarını çekmeye başlayınca, patron mecburen temizlik müdürüne “bundan böyle yılda iki kez spor ayakkabı verilecek” dedi. Sonra da Genel-İş 3 nolu şube başkanını yanına çağırarak; “siz de denetleyeceksiniz, verilip verilmediğini söyleyeceksiniz” diye görevlendirdi.
Şube başkanı, ceket düğmelerini iliklemiş esas duruşta zavallı bir havada verilen emirleri dinledi. Oysa daha üç gün önce patronun isteklerine boyun eğmiş sözleşme imzalamıştı. Erzak, takım elbise, spor ayakkabı talep etmiş alamamıştı. Üç gün önce çok maliyetli oluyor, şirket batıyor yaygarası vardı. Bugün ise patron, medyanın önünde şovmenliğe leke gelmesin diye bol kepçeden vaatler dağıttı. Bakalım verilen sözler tutulacak mı? Şube başkanı da patrona sözlerini hatırlatma cesareti gösterebilecek mi? İkisinin arasında su sızmıyor. Bu samimi diyalog işçinin çıkarı için değil, kendi çıkarları, kendi koltukları için.
Bunu kolayca anlamak mümkün. En basitinden şoförlerin bağlı olduğu taşeron şirket, ücretleri düzenli ödemiyor. Hiç kimse sesini çıkarmıyor, sendikacılar da şoförler bizim işçimiz değil, diyor. Oysa DİSK yöneticileri, hakkını alamayan tüm emekçilerin hakkını almak için mücadele ettiklerini söylüyorlar. Ama bu mücadele 6 yıldır üye olmamıza rağmen, bizim işyerine uğramadı. Üye olmayanlar için durum daha zor.
Sözleşme sonrasında işyeri temsilciliği seçimi tartışması başladı. Hemen, 3 Mayıs’ta seçim var. Evlere mi şenlik, işçilere mi şenlik, DİSK’e mi şenlik yoksa bilinçli işçilere mi şenlik bir seçim olacak, göreceğiz. (Bir işçi, 26.04.12)