Sinif Mucadelesi
Avrupa Birliği

Laf kalabalığı, pazarlıklar, anlaşmazlıklar ve hallerinden memnun bankacılar

Perşembe 8 Aralık 2011

26 Ekim 2011’de avro bölgesinin 17 devlet başkanı tarafından varılan anlaşma, beklenildiği gibi tarihi bir olay olarak adlandırıldı.

Bu zirve öncesinde Merkel ile Sarkozy arasında sürtüşmeler olduğu söylentileri vardı. 22- 23 Ekim’de yapılan görüşmelerden sonuç çıkmadığı için acilen, bu defa sadece 17 avro bölgesi ülkesiyle değil diğer 10 ülkenin de katılımıyla bir zirve yapıldı.

Avrupa Birliği, ortak para birimi avro bölgesinden dolayı bir ortaklık, kardeşlik görüntüsü verse de bu oluşum en başından beri, hakim iki temel emperyalist gücün, Almanya ve Fransa’nın, etki alanı altında.

Bu ikilinin hakimiyetine ancak bölgedeki üçüncü emperyalist güç olan İngiltere karşı koyabilirdi. Ancak İngiltere, avroya katılmamayı tercih etti. Şimdi avro kriz içindeyken, İngiltere’nin yakın zamanda avroya katılmasını beklemek biraz hayalcilik olur. Fransa ile Almanya’nın ekonomileri iç içe geçmiş olmasına rağmen, İngiltere’nin ekonomisi bundan farklı olarak Avrupa ülkelerine olduğu kadar ABD ve eski hakimiyet alanı olan sömürge devletlerine de açıktır. Bu nedenle de İngiltere’nin ortak bir para birimine katılması kendisi zararına.

“Avrupa’nın motoru” gibi sunulan Fransa ve Almanya, Avrupa Birliği’nin bağlı olduğu belirli yasalardan dolayı istedikleri kararları alamıyorlar ve bu durumdan hoşnut olmadıklarını da açık bir dille ifade etmeye başladılar: “Küçük bir Avrupa Birliği üyesi olan Slovakya, Finlandiya veya Malta, Avrupa Birliği’nin acil olarak alması gereken siyasi kararlara ne hakla engel oluyorlar?” gibi yorumlar yapılıyor. Diğer yandan ise Avrupa Birliği üyesi diğer küçük ülkelerin siyasi liderlerinin Almanya ile Fransa tarafından hiç ciddiye alınmadıklarından şikayetçi olmaları hiç de yeni değil.

Kamu borçları üzerine yapılan spekülasyon hareketleri ve avro krizinin gittikçe derinleşmesi, Avrupa Birliği’ne üye ülkeler arasındaki eşitsizliği daha da artırıyor. Örneğin Merkel-Sarkozy ikilisi açıkça Yunanistan’ın hakim gücü gibi davranıyorlar. Hatta son günlerde İtalya’ya bile açıkça müdahale ediyorlar.

Ancak her ne kadar Alman ve Fransız burjuvazileri aralarında anlaşıp küçük üye ülkelere karşı ortak çıkarlarını dayatarak avro bölgesini kendi ekonomik alanları gibi kullanıp diğer küçük ülkelere hükmetseler de kendi aralarında da çıkar farklılıkları var.

Fransız ve Alman yöneticiler, Avrupa Birliği’nin ve özellikle de avroya bağlı ülkelerin siyasetlerinin ne olması konusunda hem fikir değiller. Avrupa Birliği’ne hakim olan bu iki emperyalist güç, birbirlerine bağlı olsalar da yine de kendi aralarında rekabet ediyorlar.

Avrupa Birliği ülkelerinin kamu borçları üzerinde yoğunlaşan spekülasyon yüzünden artık Avrupa Birliği’nin tek para birimi bile tehlikeye düştü. Çünkü ne geçmişte ne de şimdi tek bir para birimi ve vergi düzeni uygulayabilecek ortak bir devlet yapısı oluşturmayı başaramadılar.

Şekilsel olarak, tek bir Avrupa olsa da birleşik bir Avrupa devleti yok. Son yarım yüzyıl içerisinde Avrupa’nın güçlü devletlerinin öncülüğünde farklı ülkelerin burjuvazileri önce ortak pazar, sonra da bir yürütme mekanizması ile ortak bir meclis ve hatta bir sürü pazarlık sonucu, kısmen de olsa, ortak Avrupa adalet sistemini oluşturmayı başardılar. Hatta 27 üyeli Avrupa Birliği içinde 17 üye ülke bir araya gelip ortak para birimi olan avroyu oluşturmayı da başardı.

Avrupa’nın parçalara bölünmüşlüğü, onun güçlü burjuvazileri için dünya pazarında bir köstekti ve bu engeli aşmak için şu veya bu seviyede ortak bir pazar oluşturuldu. Bu oluşumun esas mimarı, Avrupa Birliği’nin bel kemiğini oluşturan büyük şirketler. Ancak üye 27 ülkeye ait burjuvazinin hiç biri, hele de üç güçlü üyenin hiç biri, hiç bir zaman kendi ulusal devletlerini feda edip birleşik bir Avrupa devleti oluşturmaya çalışmadı.

Şimdi Avrupa Birliği, ABD’ye, Japonya’ya ve hatta Çin’e, Rusya’ya veya Hindistan’a karşı, eskiden Almanya, Fransa veya İngiltere şeklindeki bölünmüş duruma göre çok daha iyi bir konumda.

Ancak kriz ortamında Avrupa Birliği ülkelerinin toplam nüfusu veya bu ülkelerin GSMH’ları bir araya toplandığında büyük rakam oluştursalar da, mozaiğin parçaları rakiplerine karşı büyük ve tek bir güce dönüşmüyor.

Buna bir örnek vermek gerekirse, şu anda ABD’nin diğer büyük güçler kadar ve hatta onlardan çok daha büyük miktarlarda kamu borcu var ve vadesi dolmuş borçları ödeyebilmek için karşılıksız para basıyor. Sınırlı bir düzeyde olsa da, Avrupa Merkez Bankası da ABD’yi taklit etmeye başladı. Ancak bu gibi işlemler Avrupa Merkez Bankası için çok daha zor. Çünkü bir yandan Avrupa Birliği’nin ortak yasaları bazı işlemleri yasaklıyor diğer yandan ise bazı kararlar, en azından Almanya ve Fransa’nın ortak katılımlarıyla alınıyor. Ancak bu iki büyük güç olaylara aynı eksende yaklaşmıyor.

ABD yöneticilerinin ortak bir devlete sahip olması, onlara, ortak bir devlet siyaseti uygulamalarına olanak tanıyor. Alman, Fransız veya İngiliz burjuvazisinin çıkarları belli yönlerden farklı olsa da birbirlerine bağlı olduklarından anlaşmak zorundalar. Hatta Fransız ve Alman burjuvazisi çok yakın ortak olmalarına rağmen, son tahlilde yine de rakiptirler.

Krizin daha da kötüleşmesi nedeniyle ortak bir Avrupa devlet yapısı gerekliliğinin gündeme gelmesi, bir rastlantı değil. Ancak böyle bir şeyin gereğinin gündeme gelmesi bunun gerçekleşebileceği anlamına gelmiyor. Büyük Avrupa Birliği devletleri, küçüklere kendi iradelerini zorla dayatsalar da (Yunanistan bunun çarpıcı bir örneğidir) ortak bir siyaset izleme ve acil önlemler alma yeteneğine sahip yetkili tek bir merkez oluşturamıyor.

Avrupa Birliği kapitalist gruplarının ortak çıkarlarını savunabilecek “tek bir yönetim” tek bir devletin varlığı sayesinde olabilir ama kimse de böyle bir devlet istemediğinde bu nasıl gerçekleşebilir? Almanya ve Fransa böyle bir şeyi istiyor ancak bunun nasıl yapılacağı konusunda hem fikir değiller.

Özetle şunu söyleyebiliriz: Alman ve Fransız burjuvazisinin siyasi temsilcileri, kamu borçları konusunda devletlerin, bankalara yardım etmesi ve bunun faturasının da kendi kitlelerine çıkarılması gerektiği konusunda hem fikirler. Ancak bunun nasıl uygulanacağı konusunda anlaşamıyorlar.

Yunan devletine tefeci usüllerle borç verenler, özellikle Fransız bankalarıydı. Sarkozy bu bankaların sözcülüğünü yapıp Avrupa Merkez Bankası’nın bu sözü edilen bankaların borçlarını satın alması için girişimlerde bulundu. Zaten Avrupa Merkez Bankası, bunu belirli oranlarda yapıyor. Ancak Avrupa Merkez Bankası’nın yasaları ona belirli sınırların ötesine gitmesine izin vermiyor. Bu nedenle de IMF, bankalar ve Sarkozy, Brüksel’de yapılan pazarlıklarda bu engelleri kaldırmak istediler.

Merkel tabi ki bankaların bu isteklerine karşı değil ama Avrupa Merkez Bankası’nın ve son dönemde oluşturulan FESF (İstikrar Amaçlı Mali Avrupa Birliği Fonu) kaynaklarının büyük bir bölümü Almanya’nın mali katkılarıyla oluştuğundan Merkel, Fransız bankaları için daha fazla para ödemek istemiyor.

Brüksel’de 26 Ekim gecesi pazarlıkların geç saatlere kadar sürmesinin gerçek nedeni, Alman yöneticileri ile Fransız yöneticilerinin arasındaki anlaşmazlıklar değilmiş! Esas ikna etmekte zorlandıkları, devlet başkanları zirvesine davet edilen bankacılarmış. Uluslararası Finans Enstitüsü çatısı altında lobi etkinliği yürüten bu oluşum, esas belirleyici unsurdur.

Sarkozy ve Merkel, bankacıların anlaşmaları kabul etmelerini, genelde büyük bir başarı ve özellikle de kendi öz başarıları olarak değerlendiriyorlar. Herhalde şaka yapıyorlar!

Sanayi ve finans grupları, sömürülenleri yoksulluğa sürüklemekle kalmayıp toplumu uçuruma itiyorlar.

Avrupa’yı ve Yunanistan’ı “kurtardıklarını” iddia ediyorlar. Aslında sanayi ve finans grupları, krize rağmen çok yüksek kâr etmeye devam edip şirketlerine önemli kazanç aktarıyorlar. Bu kârı ve kazançları güvence altına almak için de kitleleri yoksulluğa sürüklüyorlar.

İşçi sınıfı krize yakalanmış bir ekonomi yüzünden fiyatların yükselmesine ve hükümetlerin bu doğrultuda uyguladığı siyasetlere karşı çıkmalı, işsizliğin giderek daha da artmasını engellemek ve satın alma gücünü koruyabilmek için acilen harekete geçmelidir.

Aynı zamanda kapitalist düzene son vermek mutlak bir gerekliliktir. Finans dünyasının gittikçe her şeye daha çok hakim olmasının ardında, kapitalist sınıfın ekonomi üzerindeki hakimiyeti var. Eğer işçi sınıfı, büyük sermayenin toplumdaki hakimiyetine son verip ekonomiyi kendi denetimi altına almazsa, insanlık müthiş bir barbarlığa sürüklenecektir. (25.11.2011) LO


Ana sayfa | İletişim | Site planı | |

Site yaşamını izle tr  Site yaşamını izle Arşiv  Site yaşamını izle Arşiv 2011  Site yaşamını izle Sınıf Mücadelesi Sayı : 162 - 2 Aralık 2011  Site yaşamını izle Sınıf Mücadelesi’nin Sözü   ?