Faturanın kime çıkarılacağını sorma: Her zaman sana çıkar!
Mali kriz ile birlikte yöneticileri zirvelerde görmeye alıştık. Avroyu, Avrupa’yı hatta dünyayı kurtardıklarını iddia ediyorlardı. Ancak, zirveyi takip eden hafta her şey yeniden başlıyor. Ayda bir olan zirveler, şimdi üç günde bire indi. Sarkozy ile Merkel arasında geçen hafta sonu yapılan pazarlıktan da hiçbir sonuç çıkmadı.
Avro bölgesindeki devletler arasında pazarlık neden yapılıyor? 2008’deki ekonomik kriz, bu devletlerin büyük kapitalistlere ve bankacılara yardım yapmak için borçlanması nedeniyle çıktı.
Bankacı beyefendiler, bir kez daha kendilerine para akıtan musluğun açılmasını bekliyor. Aynı devletlere borç para vererek kazançlı bir maden yatağı buldular. Bankalar, iki yıldan fazladır, bu yolla akıl almaz derecede kazanç elde etti.
Ancak işte bazı devletler, kasalarını ve vatandaşlarının ceplerini o kadar çok boşalttılar ki vatandaşlar, bankalar tarafından arttırılması istenen miktarı daha fazla ödeyemez. Yunanistan, fiili olarak iflasta. İspanya, Portekiz hatta İtalya da. Fransız devletinin bile ödeme gücü şüpheli olmaya başladı.
Bu hafta sonu toplanan tüm devlet yöneticileri, bankacıları kurtarmak ve bunun bedelini yoksul kitlelere ödetmek için anlaştı. Kemer sıkma siyasetlerini zaten başlatmışlardı. Saldırıların sertliği ülkelere göre değişiklik gösteriyor. Ücretlere ve emekliliğe saldırıyorlar, kamu personeli sayısını, sosyal yardımları azaltıyorlar, vergileri ama özellikle de KDV’yi arttırıyorlar. Böylelikle her şeyden önce yoksul kesime darbe vuruyorlar. Hafta sonu yaptıkları toplantıdan çıkan tek sonuç kemer sıkma siyasetlerinin ağırlaştırarak devam etmesi oldu.
Ancak hükümetlerin üzerinde anlaştığı, krizin bedelini yoksul kitlelere ödetmeyle ilgili şu soru henüz yanıtlanmadı: Her devlet, bankacıların kasalarını doldurmak için ne kadar para vermek zorunda? Alacaklıları tarafından boğulan Yunanistan’ın durumu ortada, daha fazla ödeyemezse diğer devletler de iflas tehdidi altında olacak. Bu nedenle bankacı beyefendiler, Avrupa devletlerinin tümünün, her bir devletin borcundan sorumlu olmasını istiyor.
Fransız bankaları, Yunanistan’ın temel tefecilerinden. Sarkozy, zararlarını karşılamak için, Avrupa ortak kasasının, Yunan bankalarına ucuz kredi teminatı vermesini istedi. Ancak Avro bölgesinin en zengin ülkesi olan Almanya ile Fransa’nın arası bu konuda o kadar iyi değil. Çünkü küçük Avrupa Birliği ülkelerine bedel ödetmekte hem fikir olan Fransa ve Almanya, bu konuda anlaşamıyor.
Uzlaşılacak seçenek ne olursa olsun, arkasında büyük sermayenin olduğu finans gruplarının bankalarına, yeni kazançlar sağlayacak ve para bir kez daha yoksul kitlelerden alınarak büyük sermayeye akacak.
Yoksul kitleleri daha da yoksulluğa iten kemer sıkma siyasetinin yeniden artması, tüketimi azaltırken işsizliği artırıyor ve krizi ağırlaştırıyor.
Toplumun ezici çoğunluğunun çıkarı, finans gruplarına karşılıksız para vermayi durdurmaktan ve tüm bankaları herhangi bir tazminat ödemeksizin kamulaştırılarak kitlelerin denetiminde olacak şekilde tek çatı altında merkezleştirmekten geçiyor. Ancak bu siyaset, siyasetçiler tarafından uygulanamaz. Çünkü kendilerini canla başla büyük sermayeye feda ediyorlar.
Emekçiler için önemli olan, pazarlıklardan, Sarkozy’nin mi Merkel’in mi galip çıkacağını bilmek değil. Ne olursa olsun, sonunda fatura yine emekçilere kesilecek.
Borç, sömürülenlerin borcu değil, ayrıcalıklı sınıfın borcu. Bizim işimiz bu değil. Bizim işimiz, ücretlerimizi ve işimizi korumak. İşsizlik karşısında, işten çıkarma yasaklanmalı ve tüm işler, hiçbir ücret kaybı olmaksızın tüm işçiler ve işsizler arasında paylaştırılmalı. Yöneticilerin açıkça hızlandırdıkları enflasyon karşısında, ücretlerin genel olarak yükseltilmesini ve satın alma gücünün fiyat artışlarına endekslenmesini dayatmalıyız. LO (28.10.2011)