Sinif Mucadelesi

İtalya : 1969, sıcak bir son bahar!

Perşembe 11 Şubat 2010

Aşağıdaki makale, İtalyan yoldaşların I’lntemazionale adlı gazetelerinin Eylül 2009‘deki 93 numaralı sayısından alıntıdır.

1950’li yılların ikinci yarısı ve 1960’lı yılların başlarında, yani on yıldan daha az bir süre içerisinde yarı gelişmiş ve yarı tarıma dayalı olan İtalyan toplumu, sanayileşmiş ve gelişmiş bir toplum haline gelmişti. Adına “ekonomik mucize” denilen bu dönem, gerçek bir sosyal patlama olan 1969’daki sıcak bir son baharın yolunu açacaktı.

Grevlerin başlaması ve işçi hareketleri

1955 ve 1960 yılları arasında sekiz buçuk milyondan fazla insan güneyden kuzeye ve büyük şehirlere göç etmişti. 1960’in başlarında meydana gelen bazı olaylar, bu genç işçi sınıfının taptaze ve sıcak bir kanı getireceğinin işaretlerini vermişti. Çünkü önceki yıllarda işçi sınıfı hem patronlar tarafından ve Stalinsilerin yardımlarıyla, milli birlik adı altında kan ve gözyaşı ile inşa edilmiş bir ülkede yaşamak zorunda bırakılmışlardı. 1962 yılının haziran ayında, Torino’daki Fiat otomobil fabrikasında, senelerden beri görülmeyen bir grev patlak verdi. Bu grev, toplusözleşmelerin yenilenme şartlarını kabul etmeyen milyonlarca işçiyi peşinden sürüklemişti. Fiat yönetimi UIL ve SIDA adlı ve tamamıyla patronların denetiminde olan iki sendika ile saçma bir antlaşmaya imza atmıştı ve de lokavt uygulamıştı. Ama işçi sınıfının buna cevabı gecikmemiş ve antlaşmayı imzalayan UIL sendika binasının önünde büyük bir yürüyüş başlatma kararı alınmıştı. Öte yandan, Pisa Kulesi işgal edilmişti. Ardından, işçilerle polisler arasında tam bir meydan savaşı yaşanmıştı. Bunların çoğunluğunu Fiat işçileri, gençler ve güney bölgelerinden gelenler oluşturuyordu. 1966 yılındaki bir grev sırasında, ilk işçi örgütü olan fabrika konseyi adı verilen örgütlülük, Siemens Milan’da oluşmuştu. Fakat sendikalar buna karşı çıktı. Ve grevlerin bitmesinden hemen sonra, bu konseyler varlıklarını devam ettiremedi. Ama bu işçi sınıfının ilk tecrübesi şunu açıkça göstermişti, işçiler arasında çok hırslı ve mücadelelere katılma azmi bulunan işçiler çoğunluktaydı. Daha önemlisi, işçiler, kendilerini gerçekten temsil edenlerin sendika bürokratları değil, işçiler arasında seçilenlerin olduğunu görme fırsatını bulmuşlardır. 1968 yılında Milan’daki Pirelli fabrikasında kurulan tabandan birlik komitesi (CUB) bu düşünceyi daha da benimsemişti. Bu komite “daha çok demokrasiyi arzulamış ve her şeyin mücadele ile yapılmasının bir şart olduğunu savunmuş ve istemiştir”.

1968 yılında, Venetti bölgesinde, gericiliğin çok yoğun olarak görüldüğü Valdagno şehrinde geçimini genellikle tekstilden sağlayan bir halk yaşıyordu. Marzotto tekstil fabrikasında hiç kimsenin beklemediği bir anda, çok kızgın bir işçi hareketi patladı. Bu fabrikadaki tekstil işçileri, on dokuzuncu yüz yılın ağır şartları altında çalıştırılmaya zorlanıyordu. Yani, babadan oğla geçiş sistemiyle yönetiliyorlardı. İşçilerle fabrika yönetimi arasında çalışma saatleri ile ilgili bir anlaşmazlık, hızla grevlerin başlamasına sebep oldu. İşçiler isyan etmişti. 19 Nisanda, bu küçük şehirde yaşayan halk sokağa dökülüyor ve polisle çatışıyordu. Daha da kızan halk, Gaetano Marzotto adındaki, patronların hâkimiyetinin kurucusunun heykelini yerinden sökerek attı.

2 Aralık 1968 yılında Sicilya’nın Avola şehrinde yine polis ateş açıyor ve grevde olan iki tarım işçisini katlediyordu. Bir kaç ay sonra, 9 Nisanda aynı polisin Battipaglia bölgesinin Campanie şehrinde fabrikaların kapatılmasını protesto edenlerin düzenlediği bir yürüyüş sırasında açtığı ateşle 2 kişi öldürüldü.

1969 ve sonbahar sıcağı

Fakat 1969 ilkbaharında irili ufaklı yüzlerce fabrikalarda birden bire işçi mücadeleleri başladı. Sorunlar hep aynıydı. Çünkü fabrikalardaki baskı ve ücretlerdeki eşitsizlik işçileri bezdirmişti. Bu hareketlerin öncülüğünü büyük fabrikalardaki işçiler yaptı ve kalabalık olmaları diğer işçilere güven verdi. Haziran sonunda, Venedik yakınlarındaki Porto Marghera şehrinin Montedison fabrikasında bir grev patlak verdi. Öte yandan, üniversite öğrencilerinin işçilere destek amacıyla düzenlediği yürüyüşler, sendikalar tarafından hoş görülmese de, emekçiler tarafından çok iyi karşılanmıştı. Torino’daki Mirafiori büyük Fiat fabrikası da kaynamaya başlamıştı. 22 Martta, pres bölümü işçileri kendi kendilerine üretimi azaltma kararı aldı. 11 Nisanda ise, herkesin katıldığı grevler başladı ve işçiler tek sıra halinde atölyelerden çıktı. 20 yıldan beri bu fabrikada böyle bir grev görülmemişti. Temmuz ayının başında ise her tarafta tam bir sokak savaşı başlıyordu.

3 Temmuzda, hareketleri denetim altına almak isteyen sendikalar, kiraların pahalı olduğunu öne sürerek bir genel grev çağrısı yapıyorlardı. Mirafiori’deki yürüyüş, tam bir sokak savaşına dönüştü, yaklaşık on saat boyunca emekçiler polisle çatıştı. Fiat işçilerinin yanı sıra, Torino taşralarında oturan işçiler ve halk da bu çatışmalara katılmışlardı.

Çatışmalar ancak gece yarısından sonra sona eriyordu. 1969 yılının son baharı tesadüfen tüm toplu sözleşmelerinin yenilenmesine denk gelmişti. Ve bu durum, özelikle sendika yöneticilerini çok güç bir durumda bırakmıştı, zira tabandan gelen işçi grevlerinin daha da çoğalma riski vardı. Fakat belirli bir zaman sonra, sendikalar mücadeleleri kendi denetimleri altına alarak, reformist partilerin bu mücadelelerden çıkar sağlamalarına katkıda bulundular. Bu işçi mücadeleleri İtalyan Komünist Partisinin o yıllardaki seçim başarılarda önemli bir rol oynamıştı.

Yazın bitip işlerin yeniden başlaması, tam da grevlerin başlamasıyla aynı zamana denk gelmişti. 2 Eylülde bir grev, Milan’daki Pirelli fabrikasını çalışamaz hale getirmişti. Aynı gün, Torino’daki Fiat otomobil farikasında sendikalar tarafından iki saatlik bir genel grev çağrısı yapılıyordu. Ama montajda çalışan yüzlerce işçi bu grevleri daha da uzatıyor, her iki taraftan montaj bölümünü çalışamaz hale getiriyorlardı. Bunun üzerine, 30bin işçi evlerine gönderildi. Bu uygulamalar, fabrika yönetiminin işçileri birbirine düşürmek için kullandığı bir taktikti. Yaz tatili yeni bitmiş, işçilerin ceplerinde para kalmamıştı. Daha sonra, fabrikadaki sendika yönetimi olayları kendi denetimi altına alarak montaj bölümündeki işçilerinin yalnız kalmasını sağlamıştı. Sendikalara göre, bu işçilerin hareketi aşırı bulunmuştu. Ve montajdaki işçilerin, fabrikadaki diğer işçilere haksızlık yaptıkları öne sürülmüştü.

Toplu sözleşmelerin yenilenmesi ülkedeki binlerce fabrikayı ilgilendiriyordu. 6 Eylülde demir -çelik, inşaat ve kimya işçileri greve başlamışlardı ve 11 Eylülde yine demir işçileri bir grev daha yaptı. 16 Eylülde, devlete bağlı olan kimya, beton ve demir -çelik çalışanları grev yapıyorlardı. 17 Eylülde yine devlete bağlı olan inşaat işçileri ve 19 Eylülde yine demir işçileri grevdeydi. 24 Eylülde Cenova’daki önemli bir demir-çelik fabrikasında on binlerce işçi grev kararı alarak yürüyüşe geçmişlerdi. Ülkenin her yeri grevlerle çalkalanıyordu. 16 Ekimde, kırk bin demir-çelik işçisi grevdeydi. 17 Ekimdeki genel grev çağrısına milyonlarca işçi katılmıştı.

Kasım ve Aralık aylarında, sendikalar toplu sözleşmeleri imzalatmayı başarmışlardı. Ama her işkolunda ayrı ayrı anlaşma yaptıkları için, işçilerin bu hareketlerini de parçalamışlardı. 21 Aralıktaki demir işçilerinin imzaladıkları toplu sözleşmelerle son bahardaki işçi hareketleri son buluyordu. Bir kaç gün önce, İtalyan tarım bankasına yapılan bombalı saldırı, ülkedeki politik havayı ve dengeleri tamamen değiştiriyordu.

Sol guruplara karşı linç kampanyası

Kasım ayından itibaren, İtalyan burjuvazisi grevler karşısında önce korkmuş, ama daha sonrada basın tarafından sol guruplara karşı tam bir linç kampanyası başlatmıştı. 19 Kasımdaki Milan’da yapılan bir yürüyüş sırasında polis ve göstericilerin çatışması sırasında Annarumma adlı bir ajanın ölmesini fırsat bilen basın, olayları anarşistlerin üzerine atmıştı. Resmi açıklamaya göre, bu ajan başına bir çelik çubuk darbesi almıştı. Milan’daki İtalyan tarım bankasına yapılan 12 Aralıktaki bombalı saldırıda aşırı sağcıların rolü büyüktü. Bu olay, anarşistlere karşı basındaki linç kampanyasını doruk noktasına çıkardı. Pietro Valpreda adında bir anarşist, banka olayının azmettiricisi olarak tanıtılmıştı. Ve yine, tren sürücüsü bir başka anarşist, Giuseppe Pinelli Milan’daki polis binasında gözaltında iken, pencereden aşağıya düşerek veya itilerek öldü.

Son bahar hareketinden sonra, sınıf çatışmaları devam ediyordu. Bu büyük mücadelelerin sonucunda bazı başarılar kazanıldı. Örneğin ücretlerde artış, çalışma saatlerinin düşürülmesi, politik ve sendikal yönden kazanılan haklar ve yıllardan beri süren patronların tüm fabrikalardaki baskı ve otoritesinin sona ermesi sayılabilir. Sendikaların, bürokratların ve reformist parti temsilcilerinin elinde olması bu başarıların daha büyük olmasını engellemişti. Şu bir gerçek ki, 1969 mücadeleleri, ekonomik isteklerden ileri gidememişti. Hiç bir zaman, sol grupların ortaya attığı gibi devrim öncesi bir ortam oluşmadı. Sol guruplar mücadelenin getirdiği bir sevinçle böyle bir cümleyi kullanmışlardı. Sokaklarda (iktidar işçilerin) sloganı yankılanmış ama bu slogan, radikal işçi gurupları ve öğrenciler tarafından telaffuz edilmişti. Ancak mücadeleleri yönlendiren öncü ve gerçek bir işçi partisi olsaydı, işçi sınıfı ayaklarının üzerine daha sağlam basabilirdi. Fakat bu parti kurulmadı ve kırk yıl öncesinde yaşanan son bahar hareketi deneyimine rağmen, bu gün aynı sorunlar yerinde saymakta, hala tartışılmakta.


Ana sayfa | İletişim | Site planı | |

Site yaşamını izle tr  Site yaşamını izle Arşiv  Site yaşamını izle Arşiv 2010  Site yaşamını izle Sınıf Mücadelesi Sayı : 140 - 5 Şubat 2010  Site yaşamını izle Sınıf Mücadelesi’nin Sözü   ?