Ana sayfa > Arşiv > Arşiv 2021 > Sınıf Mücadelesi Sayı: 269 - 12 Şubat 2021 > Sınıf Mücadelesi’nin Sözü
Ekonomik krizin kaçınılmazlığı
Kapitalist ekonominin krizi bu yıl keskin bir şekilde derinleşti. Koronavirüs salgını bu durumu güçlendiren bir faktör. Ancak temel neden salgın değil. Ekonomik kriz ve sağlık krizi arasındaki uyum birçok burjuva iktisatçı, kapitalizmin vadesi gelen krizi ile salgın tarafından zorla kesintiye uğramadan kaynaklanan kriz arasındaki farkı bulanıklaştırmaya çalışıyor.
Emperyalizm çağında mali sermaye biçiminde biriken uluslararası ölçekteki sermaye, mali operasyonlara öncelik tanıyarak giderek fabrika, maden ocağı, ulaşım, taşımacılık ağları gibi sanayi sermayesi olmaktan elini eteğini çekiyor. Sonuç ise dünya ekonomisinin giderek büyüyen finansallaşması.
Mali kârlılığın üstünlüğü toplam artı değeri değiştirmiyor. Yalnızca artı değerin dağıtımında bir avantaj sağlıyor. Büyüyen finansallaşma gerçekte kapitalist ekonominin altını oyuyor ve bazı çelişkileri gizlerken bazı çelişkileri derinleştiriyor.
Dünün ve bugünün devletçiliği
Emperyalist devletler, iktisatçılarının "sistemik kriz" dedikleri şeye yol açma tehdidine sahip her mali şok karşısında çare olarak bir yandan ekonomiye büyük miktarda para ve kredi enjekte ederken diğer yandan finansal sermayenin hareketini kolaylaştırmaya çalıştılar. Bu kararların sonucu krizden krize büyüyen uluslararası borçluluk. Birikmiş mali sermayenin abartılı hacmi, büyük meblağların hareket edebilme kolaylığı ve bununla birlikte avantajlı yatırım arayışı ekonomik hayatı istikrarsızlığa ve kalıcı bir tıkanıklığa sürüklüyor.
Geçtiğimiz aylarda sermaye sahiplerine mali sermaye olarak akıtılan başıboş milyarların hiçbiri üretken yatırım için kullanılacak gibi durmuyor. Hükümetlerin, dağıttıkları meblağı üretken yatırım için kullanmaya teşvik etme çağrıları da kapitalizmin "kârla satmayı umduğun şeyi üretirsin" temel yasasına uymak zorunda. Kârla satamayacağını bildiği ürünlere karşı ilgisiz kapitalistler, topluma yararlı olacak ürün ve hizmetlere yatırım yapmamak konusunda nuh diyor peygamber demiyorlar. Pazar, onların kârlılığı için fazla yavaş büyüyor. Devletlerden gelen para ile genişlemeyen piyasa, artan işsizlik ile iyice daralıyor.
“Teşvik paketi”... Ülkelerin hükümetlerinin ekonomiye yatırdıkları milyarlarca paraya verilen ne cici bir isim, değil mi? Fransız hükümeti 100 milyar avro, Alman hükümeti ise 130 milyar avroyu bu yıl piyasaya sürdü. Haziran ayında oylanan bu bütçeler yeni borçların verilmesinin de önünü açarak 2020 yılının toplum borcunun 218.5 milyar avroya çıkmasına sebep oldu. Tarihte bu denli borcun eşi benzeri yok.
Bürokratların ağzı aniden değişti. Avrupa Merkez Bankası gibi emperyalist ülkelerin merkez bankacıları büyük şirketlere gişelerini sonuna kadar açıyor. Faiz oranı sıfır civarında seyrediyor hatta eksilere düşüyor. Bütçe açığı git gide artıyor. Üstelik katı bütçe çığırtkanlarının sesi bile duyulmuyor.
Emperyalist devletlerin müdahalelerini belirleyen şey yalnızca onların mali karakteridir. Devletler, özel yatırımın başarısızlığını kamu yatırımıyla giderme derdinde değil. Fransa’nın hastane sisteminin koronavirüs karşısında hazırlıksız olması; yatak, ekipman ve yeterli sayıda personel bulunmaması devletin yatırımları için geniş bir alan olabilirdi ancak ufukta böyle bir faydalı kamu yatırımı gözükmüyor. Durum sadece Fransa için de geçerli değil; Almanya’da otoyol ağı hala Hitler zamanından kalma hatta bazı köprüler çökme tehlikesiyle kapatılmış durumda. ABD’de hiçbir yatırım Roosevelt’in New Deal’i ile kıyaslanamaz– her ne kadar New Deal’in konut inşası ve kırların elektriklendirilmesinin kapsadığı alan epey mütevazı olsa da.
Fransa’da bugün burjuvazinin siyasi temsilcileri arasında yapılan “kapitalist girişimlere para yardımı veya borçların yapılandırılmasının gerekliliği” tartışmaları önem arz ediyor. Şirketlere yapılan yardımlar genelde birer kayıptır. Şirket patronları ve hissedarları bu parayı alıp işçilerin ücretlerini ödedikten sonra kendilerine hiçbir şey ayırmadan direkt borçlarını ödemeye kullanmıyorlar elbette. Bu para kendilerine verilirken üretken yatırım yapmak, işçileri işten çıkartmamak veya fabrikaları kapatmamak gibi bir şart da koşulmuyor. Aldıkları para ile istediklerini yapıyorlar. Dolayısıyla devlet ve hükümetler kapitalistlere resmen hediye ettikleri paranın finansal yatırımlara aktarılabileceğini kabul ederler yani bu durumu “teşvik” ederler. Dolayısıyla devletlerin “ekonominin canlanması için” para hibe ettiklerini belirtmeleri bir uydurmadan ibaret. Devlet hibeleri borsada spekülasyonlara dönüşürken aslında finans piyasalarının bu tür meblağ aktarımına ihtiyacı bile yok. Sıfır ve sıfırın altında faiz oranları tek başına bu piyasalarda kârlılığı arttırmak için yeter de artar bile.
Les Echos isimli gazete, 2 Eylül 2020 yaptığı habere göre: “Covid-19’un etkileri kesinlikle çok ilginç. Bazılarında tat ve koku kaybına sebep olmuşken bazıları için ise borsaya karşı şiddetli dürtüler geliştirdi. ABD ve Avrupa’da ekran başına hapsolmuş insanlar, tek başlarına ticaret yapmanın zevkini keşfetti. Öyle ki Wall Street’te 2009 krizinden sonra görülen %2’den daha az hacme kıyasla bugün işlem gören hacimler %20’lerde izleniyor.”
Bu gözlemde önemli bazı detaylar var: Finans piyasalarının temel aktörleri büyük şirketler ve büyük burjuvazidir. “Borsa dürtüsüne sahip” denen kişiler ya küçük burjuvazi ya da borsa pazarlamacılarından oluşuyor. Spekülasyon, borsadaki hisselerle alakalı yapıldığından spekülasyonun yapıldığı hisseler de üreten şirketlerin hisseleri oluyor. Bu spekülasyonlar yüzünden 13 milyon satan Toyota’nın piyasa değeri yalnız 400 bin satan Elon Musk’ın şirketi Tesla’nın değerinden daha az. Çünkü Tesla’nın elektrikle çalışan otomobiller üretmesi bir gelecek vaat ediyormuş gibi gözükmesini sağlıyor. Bu sayede de hisseleri zirve yapıp son birkaç ayda %950 değer artışı gösterdi! Büyük bilgisayar firmaları da aynı şekilde cazibe alanı: Apple’ın borsadaki fiyatı altı aydan kısa sürede ikiye katlandı. Apple’ın piyasa değeri 2 trilyon dolar yani 60 milyon nüfuslu İtalya’nın yıllık gayrisafi yurtiçi hasılasına eşit.
Bu en kısa sürede en çok gelir getiren yüksek teknoloji borsa spekülasyonlarının oyun alanıdır. Ama bu hisse senetleri, fiyatlardaki ani dalgalanmalar yüzünden aynı zamanda en riskli bahislerdir. Bu büyük finansal kumarhane oyununca kazanç sağlayanlar tüm iniş çıkışları karşılayabilecek en zengin olanlardır. Tüm atlara bahis oynayanın kazanma olasılığının yalnız bir ata bahis oynayanınkinden fazla olmasını bekleriz. Kapitalizmin bu kumarhanede oyuna devam edebilmesinin olanaklarını sağlayan ise krallıklar zamanından beri kamu borcu. Dolayısıyla finans piyasasının istikrarsız dünyasında en güvenli görünen şey devletler tarafından verilen borç senetleri ve bu senetlerin sınırladığı Avrupa kredileri. Ekonomiye akıtılan para ve devletlerin koronavirüs krizinden sonra oluşacak geri ödeme ihtiyacı “finans endüstrisine” büyük miktarlarda hammadde sağlıyor.
Burjuvazinin dar kafalıları salgın ortaya çıkmadan yani salgının yarattığı üretim ve ticaretteki yavaşlamadan önce aşırı likidite başta olmak üzere kapitalizmi tehdit edenlere karşı alarma geçmişti.
İktisatçı Patrick Artus’un “Merkez Bankalarının Çılgınlıkları” adlı kitabında yazdığı “Diğerlerinden daha yıkıcı yeni bir küresel krizi başlatacak ve gezegeni ateşe verene kadar devam edecek mali krizler çağına giriyoruz” şeklindeki satırlar 2016 yılından kalma. Ama ne Patrick Artus ne de herhangi biri kapitalist ekonominin gidişatına hâkim olabilecek. Lutte de Classe (15.12.20)