İşçi sınıfı güçsüz değil! Birlik olma, örgütlenme ve mücadele zamanı
Salgının başlamasından aylar sonra, bazı çevreler işçi sınıfını nihayet hatırladı. İnternetten alışveriş yapanlar, evlerine gelenleri kimlerin ürettiğini, kimlerin naklettiğini düşünmeden, sanki hepsini bilgisayar yapıyor havalarındaydı. Onlar evlerinde otururken, fabrikalarda, madenlerde, tarlalarda işçiler fazla mesaide hasta ya da hasta olma korkusuyla çalışmaya devam etti.
Şimdi muhalefet partileri, işçilerin kötü durumundan bahsediyor; şu kadar işçi açlık sınırının altındaki asgari ücretle çalışıyor, şu kadar işçi ücretsiz izinde, şu kadar işçi kısa çalışma ödeneğiyle çalışıyor… bunların çoğu yeni değil. Parti yöneticilerinin, işçi sınıfının zor şartlarını gündeme getirip, iktidarı eleştirmelerindeki amaç bir kurtarıcı gibi görünmek. Kamulaştırmadan, ücret artışına kadar vaatler hava uçmaya başladı.
İktidar da boş durmuyor; damat bakanı artık kimse takmadığı için doğrudan Erdoğan devreye girdi. Bu kaçıncı 1 milyon istihdam projesi başladı; hayali olduğu bir günde ortaya çıksa da Antep’te 45 bin işçinin çalışacağı 300 fabrika açıldı. Yani “kimsesizlerin kimsesi” olma iddiasıyla iktidara gelen sonra da iş isteyen işçiye “sana iş bulmak zorunda mıyım, ananı da al git” diye tersleyen Erdoğan, işçi desteğini kaybetmemek için yeniden çark etti.
Bu düzenin siyasetçileri, işçi sınıfını, haline ağlanacak çaresizler olarak göstermeye çalışıyor. Böylece işçi sınıfının üyelerini, kendi partilerine, hedeflerine bağlamayı, işçilerin güçlerinin bilincine varmasını, örgütlenmesi ve mücadelesini önlemeyi, işçi sınıfına toplumdaki, bu düzendeki etkisini küçük göstermeyi hedefliyorlar.
Salgından önce başlayan ama salgınla derinleşen ekonomik krizin etkileri, işçi sınıfının bilinçlenmesini önlemiyor. Salgın gerekçesiyle yapılanlar, işyerinin ötesinde genel düzenlemeler yapılmasına ilişkin talepleri gündeme getiriyor. Çalışma saatlerinin düzenlenmesi, işyerinde çalışma düzenin biçimlendirilmesi talepleri var. Doktorlar, sağlık çalışanları bile döner sermaye ödemesi yüksek olan yoğun hastanelerde çalışmak isterdi, şimdi sağlıkta bu sistemin kaldırılmasını talep ediyor.
Farklı şehirlerde, farklı iş kolunda işçiler, Mersin-Akkuyu inşaatı işçileri, Ermenek madencileri, sağlık çalışanları, hatta dizi çekiminde çalışan 200’ü aşkın set-dekor işçisi, sözleşmeleri yenilenen belediye işçileri, metal işçileri, ücretleri, çalışma koşulları, hakları için mücadele ediyor. Belki önce medya kampanyası yaptılar, siyasilerden medet umdular, bir kısmı sendikacıları, mahkeme kararlarını beklediler ama sonuçta iş başa düştü.
Her zaman öyle olur, işçi sınıfı kendi sorunlarını kendisi çözer. Çünkü bu düzende işçi sınıfının sorunlarının çözümü için hiçbir mekanizma yok. İş kanunları bile işçinin aleyhine düzenlenmiş durumda. İşçi haklı olduğunda bile patron ya da devlet kendini dayatır, bildiğini yapar. Örneğin Soma maden işçileri, kanunlara, mahkeme kararlarına rağmen ancak 8 yıl sonra tazminatlarını alabildi. İşçiler, çok bekledi, zorlamasalardı daha da bekleyeceklerdi.
İşçi sınıfı, örgütlendiği ve mücadele ettiği sürece kazanma ihtimali vardır. İnternette şöyle bir gezinmek, bu salgın döneminde bile birkaç günlük grev, iş bırakma, protesto ile hak kazanan işyerlerinin birçok örneğini görmek için yeter. İşte bu nedenle işçi sınıfının örgütlenmesine ve mücadelesine çok ağır baskı yapılıyor. Hem işyerinde patronlar hem de devletin polisi, mahkemesi, siyasetçisi baskı yapar. Öte yandan da işçi sınıfının gücünün farkına varmasını önlemeye çalışır, çaresiz durumda gösterir.
Evet, işsizlik ve hayat pahalılığı çok arttı, çalışma koşulları çok ağırlaştı ama ne zaman işçi sınıfı rahat etti ki? Zor günlerde zorluklardan yılmak, bir kurtarıcı beklemek çok daha faydasız. Tam aksine kurtuluşumuzun, kendi elimizde olduğunu bilerek, bu yolda çaba göstermeliyiz. (29.09.20)