Ekonomik durum emekçiler için kötüleşiyor
Türkiye ekonomisi yılın 2. yarısında -9.9% küçüldüğünü açıkladı. Bu rakam tüm sektörlerin ortalaması olduğu için genel bir ifade verebilir ama özel olarak sanayide -16.5%, hizmetler sektöründe -25%’lik daralma var. Finans ve sigorta sektörü tam aksine 27.8% büyüdü. Düşük faiz, kolay para koşulları ile borca dayalı şişirilen ekonominin, finans patronlarının çıkarına ne kadar uygun olduğu buradan görülüyor. “Üretmeden kâr etmek” olarak özetlenebilecek ekonomi, salgın döneminde tavan yaptı.
Sanayi ve hizmetler sektörü Türkiye işçi sınıfının %80’ini istihdam ediyor. Burada yaşanan küçülmelerin şiddeti, resmi işsizlik oranlarında gizleniyor. Farklı hesaplara göre 17 milyona ulaşan işsiz sayısı, çalışabilecek durumdaki her üç kişiden birinin işsiz olduğunu gösteriyor. Tüm bunlar olurken, damat bakan televizyonda neşe içinde, dövizin artmasının hayatımızda hiçbir etkisinin olmadığı masalını anlatıyor.
Br şey üretip dışarıya satabilmek için bile önce dışarıdan parça satın alması gereken Türkiye ekonomisi, her türlü döviz hareketinden etkileniyor. Dövizin bu denli yükselişi Türkiye işçi sınıfın alım gücünü 10 yıl geriye götürürken en tepedeki küçük bir azınlık zenginleşmeye devam etti.
ÖTV oranları, bazı araç tipleri için 130%’dan 220%’ye çıkarıldı. Dolaylı vergileri arttırarak politik bir tercih yapan iktidar, kendi sınıfsal pozisyonunu da ortaya koyuyor. Salgında daha fazla büyüyen, kâr rokarları kıran başta banka patronları olmak üzere en zenginlerin vergisini artırıp, servetini vergilendirmedi; kendini orta sınıf sanan esnafı, düzenli ücret alan memur ve işçinin cebindekini almaya seçti. Servet ve gelir eşitsizliğinde dünayada üst sıralardayız, dolaylı vergileri artırmak bu eşitsizliği derinleştirme demek. Emekçiler bu savaşı açıkça görmeli. Her krizde bölüşüm dengeleri daha fazla emekçilerin aleyhine değişiyor. Krizleri bizler çıkarmıyoruz ama bedelini bizler ödüyoruz.
Resmi rakamlarda GSYH’dan “işgücü ödemeleri”ne giden pay 35% civarında görünüyor. 16 milyon kayıtlı ve belki bir o kadar kayıtsız ücretli çalışan, işsizler, aileleri, çocukları, yani 80 milyonun ezici çoğunluğu gittikçe azalan bu miktarı paylaşıyor. Asıl büyük pay patronların kasalarına akıyor. Bu rakamlar gerçeği yansıtmasa da savaşın şiddetini gösteriyor. Üstelik, patronlar her krizde emekçilerden fedakârlık istiyor ama her şey yolundayken fazlasını vermiyor.
Alım gücü artmayan emekçiler hayatlarını devam ettirmek için borçlandırıldı. Salgın döneminde kamu bankaları neredeyse para dağıttı. Boğazına kadar borçlu olanlar daha da borçlandı. Açıklanan rakamlara göre en fazla kredi alanlar Ağrı, Batman gibi en yoksul ve işsizliğin en yüksek olduğu iller. Türkiye’de doğan ortalama bir emekçinin çocuğu hayata 30 bin lira borçla başlıyor. Emekçilerin, kendi yapmadığı ama sırtına yüklenen borçları geri ödemesi imkansız. Patronların milyarlık vergi borçları affedilir ya da silinir (Cengiz, Kolin, Limak, Koç, Sabancı, Eczacıbaşı) ama emekçinin borcu miras kalır. Bu ekonomik düzen emekçilerin sadece bu gününü değil geleceğini de karartıyor. (01.09.20)