Hayat pahalılığı işçi sınıfını vuruyor ama tüm kararlar patronlar için alınıyor
Dövizin bir miktar düşmesi, ekonominin düzeldiğinin göstergesi olarak kabul ve ilan edildi. “Fırsatçılar”ı ihbar etmenin, fiyatları denetlemenin yerini, rekabet korunmalı, piyasaya fazla karışılmaz lafları aldı. Yani patronlar, “fiyat ayarlamalarına” müdahale edilmesini engelledi. Şimdi, ücret artışlarını düşük tutma çalışmasına başladılar.
Patronların dışında geri kalan herkes, işçiler, emekliler, köylüler ve diğerleri için satın alma gücü erimeye devam ediyor. Türk-İş’in son hesaplamalarına göre dört kişilik bir ailenin insanca yaşamı için gerekli aylık miktar 6 bin lirayı aştı. Asgari ücretin en az 2 bin lira olması talebi çoktan yetersiz hale geldi.
Erdoğan ve damadı ile diğer bakanları, çoktan her zamanki işlerine döndü: Patronların kasalarını doldurma işlerine. Sağlık bakanı, hastanelerde kullanılacak malzeme kalmadığı halde ihalesini istediği şirket kazansın diye iptal etti; tarım bakanı 100 bin liralık işi doğrudan bir şirkete sipariş etti, bunu eleştirenlere hayret edip “ne var bu kadarcık parada” dedi. Daha tepedekiler ise yerel seçimle uğraşıyor. Aday pazarlıkları, parti çekişmeleri gündemde.
Dövizin düşüşü patronlar için olumlu ama işçiler, emekçiler için hiçbir şeye yaramadı. Yapılan zamların hiçbiri geri alınmadı, sözde indirim kampanyası lafta kaldı, işten çıkarılanlar işlerine geri dönmedi, sayısı 5 bine dayanan konkordato açıklayan şirketler, çalışanlarının ücretlerini ödemedi.
Milyonlara, kağıt üstünde yazılı birkaç laftan başka hiçbir şey verilmedi. Aksine, almaya devam...
Öncelikle ücret zamlarını düşük tutmak için düzenleme yapıldı. Aynı gerekçeyle bugüne kadar, hedeflenen enflasyon ölçü alınıyordu, şimdi gelecek yıl enflasyonu, bu yılın çok üzerinde olacağı için emeklilere geçmiş enflasyona göre zam yapılacak. Enflasyon resmi olarak şimdiden %23’ü aştı; gıda fiyatları ise %30 arttı.
Milyonlarca aile kazandığı her 100 liranın 30 lirasını gıdaya harcıyor. Artık daha fazlasını harcamak zorunda. Kalan 30 lirasına da ev kirasına ve evin bakımına; elektrik, gaz, su faturasına harcıyor, artık daha fazlasını harcamak zorunda. Çünkü bir tek ücretler artmadı.
Memurlara da hiçbir işe yaramayan, geçen yıl imzalanan sözleşmeye göre %4 zam verilecek. Kıdem tazminatının kaldırılması, hastanelere “zorunlu olmadıkça ameliyat yapmayın” emri gibi, sosyal hizmetlerde kısıntıya gidilmesi söz konusu olacak.
Tüm bunlar, yani ekonominin krize girdiği ülkelerde yaşananlar, sözde ekonominin “dengelendiği” bir yerde gerçekleşiyor. Politikacılar, utanmazca aklımızla alay ediyorlar. Emekçileri, bir şey bilmez, anlamaz, masallara inanır zannediyorlar.
Erdoğan’ın ekonomik krizi hem geçici gibi anlatması hem de dış güçlere dayandırması, bilinçli bir siyaset nedeniyle. Böylece, bir yandan geçici olacağına dair bir izlenim yaratıp daha iyi yaşama dönüleceğine dair umut yayıyor. Umut, beklemeyi getirir, hak almak için mücadeleyi değil. Öte yandan dış güçlere karşı milli duruş, işçilerin fedakarlığına gerekçe oluyor. Sanki işçilerle patronların çıkarları birmiş gibi gösteriliyor ama cebindeki parası azalan, işsiz kalan, hakkı kırpılan hep işçiler oluyor. Bunlara kapılmadan, kendi haklarımızı savunmalıyız. (01.11.18)