Sinif Mucadelesi

Kapitalist ekonominin krizine karşı

Salı 6 Ocak 2009

Ard arda veya eş zamanlı olarak gelişen emlak krizi, hammadde krizi, banka krizi, borsa çöküşü, üretimin yavaşlaması gibi farklı olguların da ötesinde yaşanan kriz, kapitalist ekonominin tek ve aynı krizidir. Şüphesiz ki bu kriz, 1929 borsa çöküşü ile başlayan ve onu takip eden büyük çöküşten sonra yaşanan en büyük krizdir.

Son gelişmelerden sonra ün yapmış iktisatçılar, krizin nedeninin mali sistemin kurallarının kaldırılması, kurallara uyulmaması, liberalizm, küreselleşme, mali sistem üzerinde denetim olmamasından kaynaklandığını ifade edip suçlamalarda bulunuyorlar.

Bugünkü mali krizin oluşmasını bütün bunlar ve büründüğü şekillerde şu veya bunun zincirleme etkileri açıklar, muhakkak. Ancak temel olan, kapitalist düzenin kriz olmadan varlığını sürdürememesidir.
Troçki, 1920-1921 yılları krizini açıklarken şunları yazmıştı: “Kapitalizm işçi sınıfının devrimi ile yıkılmadığı sürece hep aynı iniş ve çıkışları ve devirleri yaşayacak”; “krizler ve krizden çıkış kapitalizmin ortaya çıkışından beri vardır ve ölümüne kadar devam edecek”. Bir de şunu eklemişti: “Kapitalizmin hızlı geliştiği ilk dönemlerde krizlerin süresi kısa ve düzeysel idi” oysa “yozlaşma döneminde krizler çok daha uzun sürer ve krizden çıkış uzun sürmediği gibi düzeysel olup spekülasyon yoluyla sağlanıyor”.

Bir yüzyıldan fazla bir zamandan beri emperyalizmin ortaya çıkmasından bu yana tröstler ahtapot kolları gibi bütün yerküresini sardılar. Zamanla ekonomik ilişkilerin çetrefilleşmesiyle birlikte, kriz düzenli aralıklardan daha çok, farklı nedenlerle ortaya çıkıyor ve hasarı daha yıkıcı oluyor. Ama krizler yok olmuyor. Kriz, kapitalizmin yeniden kendi varlığını sürdürmeye yarar. Pusulası olmayan pazar ekonomisi kör bir rekabet temelinde çalışıyor ve bu nedenle üretim ile satın alma gücünün dengelenmesi, ekonominin farklı bölümleri arasında, özellikle de üretim araçları ile tüketim ürünleri arasında ve de farklı aşamalardaki üretici şirketler arasında denge sağlamak için kriz belirleyici bir unsurdur.

Pazar ekonomisinin tıkanıp kâr oranın düşmesinin belirtisi olarak kriz çıkıyor. Kriz, artık rekabet gücü kalmayan üretim sermayesini devre dışı bırakıp, kâr sağlamayan şirketleri kesip atıp, ekonominin yeniden canlanması, kâr oranın yeniden artması, yatırımların büyümesi ve istihdam artışına zemini hazırlar.

Bu son mali kriz aslında, 1980’li yıllardan bu yana neredeyse üç yıl aralıklarla yaşanan (1982’de Meksika krizi; 1987’de borsa krizi; 1990’da “junk bonds” (kokmuş tahviller) ve ABD tasarruf fonlarının iflası; 1994’de ABD bonolarının iflası; 1997’de Güneydoğu Asya mali krizi; 1998’de Rusya ve Brezilya mali krizleri; 2001-2003’de İnternet balonun patlaması ve bir de süreklilik kazanan Japon mali krizini eklemek gerekiyor) krizlerin eriştiği aşamadır.

Diğer mali krizlerden farklılığı çok daha vahim olması ve de bütün yer küresini kapsayıp dünya banka sistemini tümüyle sarsmış olmasıdır.

Aslında bu kriz, 1970’li yıllarda başladı ve sürünerek devam etti. Para sistemin kriziyle başlayıp 1973’te ilk petrol kriziyle devam edip, 1974-75’de ilk üretim fazlalığı krizine dönüşüp bütün sanayileşmiş ülkelerde sanayi üretiminin gerilemesine neden oldu.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ilk defa ekonomik durgunluk bu seviyede yerküresinin tümüne yayılıp, üretimin, satın alma gücünün yetersizliğiyle gerilemeye başladığını gösteriyordu. ABD ekonomisinin GSMH’deki yüzde 2.2’lik düşüş, Türkiye ekonomisinin yıllık GSMH’ne ve Portekiz’in ise yıllık GSMH’nin iki katına denktir.

Kapitalist ekonomi 1974-1975 gerilemesinden sonra belirli aralıklarla ekonomik büyüme ve gerilemeler yaşadı. Ancak 1974 öncesi büyümeyi kesinlikle yakalayamadı, sürüncemede olan krizden kurtulamadı.

Kapitalistler sınıfı, 1990’lı yılların başında krizden önceki kârlılık seviyesini yeniden yakaladı ama bunu satın alma gücünü arttırarak, ek üretim yatırımları gerçekleştirerek yapmadı. İşçi sınıfına karşı savaş açarak, yani sömürüyü arttırarak, ücretleri dondurarak, iş temposunu arttırarak, işsizlik korkusunu kullanarak, her ülkedeki emekçilere düşen ulusal gelirdeki payı önemli ölçüde azaltarak gerçekleştirdiler. Örneğin Fransa’da 1982’de bütün işverenlerin ücretler için ödedikleri, sosyal ödenekler dahil, yüzde 73.2 iken bu oran 1998’de yüzde 63.4’e düştü.

Uzun süredir devam eden ve kapitalist yozlaşmanın bir simgesi olan, kâr oranı yeniden eski seviyesine ulaştıktan sonra da kapitalistlerin üretime değil, mali sektöre yönelmeyi tercih etmeleridir. “Ekonominin, mali ekonomiye dönüşmesi” olarak özetlenen bu gidişat ve çok yönlü sonuçları, kapitalist ekonominin şu andaki işleyiş biçimi şimdiki mali kriz için gerekli olan zemini hazırlamış oldu.

Sömürenler sınıfının üretim yerine mali sektöre yatırım yapma seçeneğini açıklamak için psikolojik tahlile başvurmaya gerek yok. Bu sınıfın kendi ekonomisine güveninin olmaması, maddi temellere dayanıyor. Ücretlilere gideren payın azaltılmasıyla işyerleri kârını arttırdılar ama bunu yapmakla kitlelerin tüketim olanaklarını baltaladılar.

Talep artışını sağlamak için kredi kullanmak kapitalizm kadar eskidir. Son otuz yılın ekonomik büyüme dönemlerinin hepsinde kapitalist ekonominin klasik yöntemleri olan silah harcaması ve kredi, yani borçlanmaya çok büyük boyutlarda başvuruldu.

Devletler, enflasyonu engellemek için para basma yerine çare buldular: Yani bonolar, devlet tahvilleri ve buna benzer devlet borçları olan para ürettiler. Ve böylece de bütçe açığını kapattılar. Bunda büyük sermaye de kazançlı çıktı. Çünkü üretim yatırımlarına yöneleceğine, tatlı kazanç getiren devlete borç verme yöntemini tercih etti.

Birkaç rakam bu gidişatı çok iyi özetliyor. ABD’nin kamu borçları 1963’te 305 milyar dolar ve krizini hemen öncesinde 1970’te 370 milyar iken, 1990’da 3 trilyon 233 milyara ve 2000’de ise 5 trilyon 674 milyara tırmandı. 2008 Ekim başında ise 10 trilyon 24 milyar dolara fırladı!

Bu olgu, bir mucize gibi görünüyordu: Çok az büyüyen ve hatta durgun olan ekonomiye rağmen mali işlemler gittikçe daha büyük kazanç getirdi. Şimdiye kadar “büyük klasikler” olarak bilinen borsa işlemlerinden farklı, döviz üzerine veya emlak spekülasyonuna ek olarak yeni bir sürü mali ürünler türedi. “Mali sanayi” diye adlandırılan bir sanayi ortaya çıktı. Ve görevi, muazzam miktardaki sermayeye, “ürünler icat edip” onların alınıp satılabileceği yeni pazarlar yaratmak.

1980’li yıllarda mali kuralların kaldırılması, mali sektör patlamasının nedenini oluşturmasa da katkıda bulunup, küreselleştirdi. Mali sektör ile üretim sektörü arasındaki duvarı yıktı. Üretim yapan işyerleri, en azından en güçlüleri, bazı durumlarda mali operasyonlar üretimden daha fazla kârlı olduğu için üretimden çok, bunları tercih ediyorlardı.

Birkaç yıl boyunca yoğun bir şekilde uygulanan spekülasyon, şirketlerin artan kârı ile gerçekleşti ve sonunda hisse senetleri gerçek değerlerinin çok üstünde değer kazandı. Bir hisse senedinin ortalama değeri -ki bu teorik bir kavramdır çünkü arz ve talebe göre değeri sürekli değişiyor- dağıtılan kâr payına, yani mülk sahibine getirmesi beklenen kazanca bağlı. Ama spekülasyon, bu değeri ortalamanın çok üzerine çıkardı. Şişen borsa balonunun patlaması sonucunda değerler aşağı indi. Birçok şirketin hisse senedi yüzde 50 ve hatta yüzde 80 değer kaybına uğradı.

Eylül 2008’den bu yana banka krizi ile borsa krizi iç içe geçti. Büyük emperyalist devletlerin yöneticilerinin yatıştırıcı açıklamaları artırmış ve özellikle de devasa miktarlarda parayı devreye sokmuş olsalar da, bankalar arası güveni bir türlü sağlayamıyorlar. Kredi alma olanaklarının sağlanması veya devletlerin gereken finansı karşılamaya hazır olmaları bile, bankaların ekonomiye kredi vermelerine yetmiyor.

Bugün işçi sınıfı burjuvazinin giderek daha da şiddetli bir şekilde yürüteceği sınıf savaşına karşı hazırlıklı değil. İşçi sınıfının çıkarlarını savunduğunu iddia eden partiler ki, bu iddiaları gittikçe daha da azalıyor, ona çoktan ihanet ettiler. Sendika yönetimleri için de durum farklı değil. Üstelik krizin daha da kötüleşmesi aniden işsizliğin büyük boyutlarda artmasına yol açabilir ve bu da başlangıçta işçi mücadelelerine yardımcı olmuyor.

Ancak darbeler, mücadele azmini arttırıp, bilinci geliştirebilir. İkisi de aniden değişebilir. Şunu unutmayalım ki, 1930’lu yılların ekonomik çöküşü, önceleri emekçi sınıflar arasında şaşkınlığa ve tereddütlere yol açmış olsa, da ardında çok büyük mücadeleler yaşandı.

Yaşanan krizin tarihi daha yazılmadı ve kimse nasıl, nerede ve ne zaman giderek kaçınılmaz bir şekilde artacak olan burjuvazinin saldırılarına karşı işçi sınıfının patlamalarının olacağını tahmin edemez. Burjuvaziyi ve devletlerini sarsabilecek kadar güçlü mücadelelerin olup olmayacağını da kimse kesinlikle söyleyemez.

Devrimci bir örgütün var olma nedeni, sınıf mücadelelerinin, tarihi değiştirebileceği tek dönemler olan bu dönemlere hazırlanmaktır. Geçip Programı da işte bu dönemler için yazıldı. Eğer böyle bir dönem yaşanırsa, bu programın uygulanmasının bir anlamı olacak.

Kapitalist ekonomik düzen, topluma ödettiği bedellere rağmen kendiliğinden yok olmayacak. Eğer toplumsal bir güç onu ortadan kaldırmayı başarırsa yok olacaktır.

Bizler, bu toplumsal dönüşümü gerçekleştirebilecek tek gücün işçi sınıfı olduğuna inanmaya devam ediyoruz.
LO (Aralık 2008)


Ana sayfa | İletişim | Site planı | |

Site yaşamını izle tr  Site yaşamını izle Arşiv  Site yaşamını izle Arşiv 2009  Site yaşamını izle Sınıf Mücadelesi Sayı : 127 - 2 Ocak 2009  Site yaşamını izle Sınıf Mücadelesi’nin Sözü   ?