Sinif Mucadelesi

Suudi Arabistan Emperyalizmin bir orta direğinin hevesleri (I)

Cuma 4 Mayıs 2018

Suudi Arabistan Yemen’de iki buçuk yıldır savaş yürütüyor ve bu savaş şu ana kadar on binden fazla kişinin canına mal oldu. Bombardımanlar hiçbir ayrım yapmadan hastaneleri, okulları askeri hedefleri yerle bir ediyor. Örneğin 1 Ocak 2018’de Yemen’in batısında bulunan El-Hudeyde kentindeki bir petrol istasyonunun bombalanması en az 20 kişinin ölümüne yol açtı. Kızıl Haç’a göre savaş nedeniyle Mart 2017’den bu yana, bir milyon kişi koleraya yakalandı. Suudi rejiminin Yemen’e uyguladığı ambargo yüzünden toplam 30 milyonluk nüfusun %70’i açlık tehdidi altında.

25 Mart 2015’teki önemli bir askeri operasyon olan Fırtına Harekâtı, başta ABD olmak üzere emperyalist güçlerin onayıyla yapıldı. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin onayının ardından İngiltere, Fransa ve ABD askeri donatım yardımı ve istihbarat desteğiyle yaptılar, yapmaya da devam ediyorlar. Yemenli kitlelerin içler acısı durumuna gözlerini kapıyorlar. O tarihten bu yana Suudi Arabistan, sonu gelmeyen bu savaşın bataklığına batmaya devam ediyor. Suudilerin ABD büyükelçisi Adel El Zübeyr 2015’te, askeri harekatın doğru olduğuna vurgu yapmak için “Bunu Yemen’i korumak için yapıyoruz” açıklamasını yapmıştı. Suudi Arabistan bu bölgede onlarca yıldır birçok müdahale yaptı ve hiçbiri kitleleri korumak için değildi, tam aksine, kendi çıkarları için ve ABD emperyalizminin sadık bir ortağı olduğundandı. Suudi Arabistan’ın emperyalizm adına soyunduğu jandarma rolü ile kendi rejiminin istikrarsızlığı, bölgedeki ihtiraslarıyla bir araya gelince müthiş bir patlayıcı madde oluşturuyor.

Suudi rejiminin bölgesel ihtirasları

Suudi Arabistan’daki kabile iktidarı Yakın ve Ortadoğu’ya müdahale ediyor ve bunu emperyalizmin desteği ile yapıyor.

Suudi kabilesi, acımasız savaşçılık ve ganimetçilikle 1902’den sonra Nedj ve Riyad valiliği görevini yapıyordu. Ardından Osmanlı’yı zayıflatmak amacıyla İngiliz emperyalizmiyle iş birliğine başladılar. İbn Suud, İngiliz emperyalizminin mali ve stratejik desteği sayesinde, 1912’de kurulan ve Vehhabi Bedevilerden oluşan İhvan milisleriyle beraber kanlı baskınlar düzenleyip Arabistan’ı ele geçirdi. Sonra da rakibi olan Mekke şerifine saldırdı. Oysa İngiltere, Mekke şerifine büyük bir Arap ulusu yaratması için yardım vaadinde bulunmuştu. İbn Suud 1924 ve 1926 yılları arasında, kutsal kentler olan Mekke ile Medine’yi ele geçirdi ve böylece 24 Eylül 1932’de Arabistan krallığı ortaya çıktı.

O dönemler Ortadoğu’daki en büyük güç İngiltere idi ve İngiltere, bu konumunu kullanarak bölgenin temel kaynağı olan petrolü talan ediyordu. İbn Suud, siyah altın diye adlandırılan petrolün keşfini kullanarak gelir elde etme yolunu tuttu. İngiltere ile yaptığı iş birliğinde yeterince çıkar elde edemeyince ABD saflarına geçti. ABD şirketleri 1933’ten itibaren devasa miktarda petrol içeren kuyuları ele geçirdi. Bu durum, şirketlerin hissedarlarına on yıllar boyunca büyük servet kazandırdı ve İbn Suud kraliyet ailesinin de servetini oluşturdu.

14 Şubat 1945’te İbn Suud ile ABD Başkanı Roosevelt arasında, Quincy isimli bir ABD savaş gemisinde yapılan görüşmede alınan karar doğrultusunda, Suudi Krallığı ile ABD arasında köle ile efendisi arasındaki gibi bir tür ilişki başladı. İbn Suud, ABD’ye 60 yıllığına petrol kuyularını verdi -bu sözleşme 2005 yılında uzatıldı- ve karşılığında korunma sözü aldı. İşte o tarihten bu yana Suudi Krallığı, ABD’nin bir orta direği oldu. Ancak diğer yandan şah diktatörlüğünün hüküm sürdüğü İran ile rakiptiler. 1979’da şah rejiminin devrilmesinden sonra Suudi Arabistan, Ortadoğu’da, İsrail hariç, en büyük güç olma hevesine kapıldı.

Ancak 14 Temmuz 2015’te, ABD, İngiliz, Fransız, Alman, Rus ve Çin dışişleri bakanları ve İranlı meslektaşlarının yaptığı nükleer anlaşması, Suudilerin konumunu sarsıyor. Bu anlaşma yoluyla İran’a uygulanan yaptırımların büyük çoğunluğuna son verildi. Daha da önemlisi, ABD emperyalizmi bu yolla İran’ı yeniden diplomasi alanına kattı. Bunun gerçekleşmesi, Suudi rejimi için hem siyasi hem de ekonomik olarak bölgedeki gücünü İran ile paylaşma tehlikesi anlamına geliyor. Örneğin İran’a karşı uygulanan ekonomik yaptırımlara son vermek, İran’a petrolünü büyük oranlarda Batı’ya ihraç etme olanağını sağlar ve bu da Suudi ekonomisi için ciddi bir tehdit.

Trump, 2016 seçim kampanyası boyunca Riyad rejimine karşı bir sürü suçlama yaptıktan, hatta Riyad’ın “terörizme en büyük desteği veren güç” olduğunu söyledikten sonra, seçilir seçilmez önceki başkanlar gibi emperyalizmin çıkarlarını savunan bir tutum sergiledi. Mayıs 2017’de dış ülkelere yaptığı ilk resmi ziyaret çerçevesinde Riyad’a gitti. Trump, bu vesileyle ABD’nin kayıtsız şartsız Suudi rejimini desteklediğini, İran rejiminin değişmesi gerektiğini açıklayıp 110 milyar dolarlık silah satışı anlaşması imzaladığını duyurdu. Bundan güç alan Kral Selman ve özellikle de Haziran 2017’den bu yana fiili iktidarı ellerinde bulunduran oğlu prens Muhammed Bin Selman, bölgede onların etki alanında bulunan ve İran’a yönelen herkese karşı saldırgan bir siyaset izlemeye başladı. Söz konusu olan, bölgedeki egemenliğin onlara ait olduğunu hatırlatmaktı.

Suudi Arabistan, 5 Haziran 2017’de Katar’ı, İran ile birlikte istikrarsızlaşma operasyonlarına katılmak ve terörizme destek vermekle suçlayarak ilişkilerini kesti. Cihatçı teröristlere doğrudan veya dolaylı olarak sürekli yardım yapan bir rejimin böyle bir suçlamada bulunması gerçekten hayret verici. Wikileaks 2009’da, Riyad’da görevli ABD diplomatlarının yayınladığı bir haberi aktardı: “Dünya’daki Sünni terörist grupların temel mali kaynağı Suudi Arabistan kökenli özel yardımlardan oluşuyor.”

Suudilerin gıcık olduğu esas sorun başka. Katar; Kuveyt, Umman, Bahreyn ve Birleşik Arap Emirlikleri ile birlikte, 1981’de Suudi Arabistan’ın oluşturduğu Körfez İş Birliği Teşkilatı’nın üyesi. Suudiler, bu petrol monarşisini kendi çiftlikleri olarak görüyor. Ancak Katar, dünyanın en büyük doğal gaz rezervindeki, yani İran ile Katar karasularındaki İran Körfezi’ndeki doğal gazı, İran ile birlikte çıkarmaya karar verdi. Bu konu, bölgede eskiden beri süregelen bir anlaşmazlık sebebi. Buna ek olarak Suriye’nin yeniden inşasına Katar, Türkiye ile birlikte katılmak istiyor ve daha da önemlisi İran Körfezini Akdeniz’e bağlayacak bir doğal gaz boru hattı sorunu var.

Suudi iktidarı, Körfez’deki petrol monarşileri üzerinde mutlak bir egemenlik kurmakla yetinmeyip Ortadoğu’daki diğer ülkelere de, Lübnan örneğinde olduğu gibi, hükmetmek istiyor. 4 Kasım 2017’de Lübnan Başbakanı Saad Hariri, inanılmaz bir şekilde Riyad’a çağrıldı ve istifa ettiği açıklandı. Muhammed Bin Selman Lübnan iktidarını hizaya çekmeyi amaçlıyordu, çünkü ona göre Lübnan, Hizbullah’ı gerekenden çok fazla destekliyor. Hizbullah hareketi İran’a bağlı ama diğer yandan Hariri hükümeti ile de ittifak halinde.

Yemen: Suudi Arabistan’ın arka bahçesi

Suudi Arabistan’ın 2015’te Yemen’de savaş başlatması, bölgedeki ülkeleri denetimi altında tutabilmek için her şeyi göze aldığını gösteriyor. Yemen Bab’ül Mendep Boğazı’nı kontrol ediyor. Dünya petrolünün dörtte biri ve dünya ticaretinin %10’u buradan geçiyor. Yemen’in Suudi Arabistan ile 1.770 km’lik ortak sınırı var. 26 milyon nüfuslu Yemen, Suudi Krallığı tarafından her zaman bir arka bahçe olarak görüldü.

Birinci Dünya Savaşından sonra Osmanlı İmparatorluğu parçalanmıştı; yeni kurulmuş olan Suudi Arabistan Yemen’in kuzeyini ele geçirmek istedi ama amacına ulaşamadı. Ancak 1934’deki Taif Antlaşmasının imzalanmasıyla Suudi devleti, Yemen’in bir parçası olan Asir, Cizan ve Necran eyaletlerini ele geçirdi. Ancak Yemen’in kuzeyi bir imam tarafından yönetilen bağımsız bir krallık olduğu için Suudilerin elinden kurtuldu.

İşte o zamandan beri Suudiler, sürekli olarak Yemen’in iç işlerine karışıyor. Suudiler Kuzey Yemen’de kralcıları destekledi ama onlar 26 Eylül 1962’de Arap milliyetçisi ve Nasırcı fikirleri savunan bir grup genç subay tarafından iktidardan uzaklaştırıldı. Bu subaylar kitle desteğiyle cumhuriyet kurdu. İktidardan düşürülen İmam Bedr, birkaç yıl süren bir iç savaşta silah gücünü kullanarak iktidara geri dönmeye çalıştı ama başaramadı. Bedr, Suudi Arabistan ve İngiltere’nin silahlı desteğini aldı ve 1967’de Başkent Sana’yı 4 ay boyunca kuşattı, hatta 1967 sonunda başarıyı kıl payı kaçırdı. Yemen Arap Cumhuriyeti, Suudi Arabistan ve Ürdün Kralı Hüseyin’in koalisyonuna karşı, Mısır’daki Nasır rejiminin desteğini alarak başarılı oldu. Yine aynı dönemde Güney Yemen, İngiliz manda yönetimine karşı gelerek 1967’de Demokratik Güney Yemen Halk Cumhuriyetini ilan edip sosyalist olduğunu duyurarak SSCB ile ilişkiler kurdu.


Ana sayfa | İletişim | Site planı | |

Site yaşamını izle tr  Site yaşamını izle Arşiv  Site yaşamını izle Arşiv 2018  Site yaşamını izle Sınıf Mücadelesi Sayı:239 - 4 Mayıs 2018  Site yaşamını izle Sınıf Mücadelesi’nin Sözü   ?