Ana sayfa > Arşiv > Arşiv 2017 > Sınıf Mücadelesi Sayı:232 - 6 Ekim 2017 > Sınıf Mücadelesi’nin Sözü
1917 Ekim Devrimi I
Rusya’da bundan bir asır önce işçi sınıfı iktidarı ele geçirdi. Tam yarım yüzyıl önce ise, Marx’ın deyimiyle, Parisli işçiler gök yüzünü fethetmeye kalkıştılar. Ancak Paris Komünü sadece iki buçuk ay sürdü ve Versaylılar tarafından ezildi.
Rus Devrimi tarihteki ilk işçi devletini kalıcı olarak kurdu. Ekim Devrimi sonucunda ortaya çıkan Sovyetler Birliği yerkürenin altıda birini kapsayan bir alana yayılmış ve tüm yirminci yüzyıla damgasını vurmuş olsa da kısa bir sürede Stalizmin oluşması ile yozlaştı ve 1991’de yok oldu.
Rusya’da Çarlığın, toprak ağalarının ve sonra da burjuvazinin iktidarını yıkmak için 3 devrim gerekti.
İlk devrim, 1905 Devrimi, Romanov ailesinin diktatörlüğünü sarstı. İkincisi, Şubat 1917 Devrimi, Avrupa’nın en yaşlı ve en kanlı hanedanını yerle bir etti.
Üçüncüsü, yani Ekim 1917 Devrimi ise birkaç ay sonra emekçilerin iktidarı alıp Sovyetler Birliğini kurmasıyla yeni, komünist bir toplumun temellerini atmaları şeklinde gerçekleşti.
İşçi sınıfı bu devrimlerde belirleyici bir rol oynadı: Her ne kadar azınlıkta olmuş olsa da sömürülen ve ezilen diğer kitleleri de peşinden sürükleyip Ekim 1917’de kendi iktidarını kurmayı başardı.
Yirminci yüzyılın başında, Çarlık ve aristokrasinin yüzyıllardan beri var olan iktidarını yıkmak birçok insana mümkün görünmüyordu.
Kapitalizmin devrimleri ve ekonomik değişiklikleri Avrupa’yı monarşilerin istibdadından kurtardı, ama bu Rusya için geçerli olmadı. Rusya bir zaliminin, toprağa sahip soyluların ve Ortodoks kilisesinin boyunduruğu altındaydı ve bu imtiyazlılar kesinlikle imtiyazlarına dokunulmasını istemiyorlardı.
Kapitalizmin gelişmesi bu gerici iktidarın çürümesini sağlayacak tohumları ekmeye başladı. On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında İngiliz, Alman ve Fransız kapitalistleri Rusya’ya büyük yatırımlar yaptı. Saray çevresi ve yöneticilerin devlet kasalarını talan etmesini ve boşaltmasını fırsat bilen Fransa ve İngiltere ülkenin mali kaynaklarını ele geçirdi.
Bu arada Rusya’nın batısında tekstil, metal ve makina imalatı sanayisinde, kimisi on binlerce işçi çalıştıran fabrikalar kuruldu. Ukrayna ve Sibirya’da ise maden sanayii gelişti. Kafkasya’da, özellikle de Bakü’de deniz kıyısı boyunca o dönemin en büyük petrol kuyuları görülmeye başladı. Rusya’da sosyalizmi savunan ilk örgütler 1890’lı yıllarda ortaya çıkmaya başladı. Bu örgütler, kısa bir zamanda gözleri önünde inşa edilen ve onları ezen bu yeni dünyanın durumunu anlamaya susamış, mücadele etmeye kararlı bir işçi sınıfı ile tanıştı.
Bu militan ve sosyalist gruplar, 19’uncu yüzyıl boyunca rejime karşı mücadele eden birkaç kuşak erkek ve kadın militan çevrelerin birikimlerine dayanıyordu.
Monarşi rejimine kafa tutabilecek bir burjuvazinin yokluğu ortamında istibdat rejimine kafa tutmayı aydınlar üstlenmişti. Ama bunun bedelini çok ağır ödediler. Binlerce aydın sürgün edildi, mecburi çalışma kamplarına hapsedildi, göç etmeye zorlandı ve hatta bazen infaz edildiler; örneğin, Lenin’in ağabeyi Alexandre Ulyanov, Çar’a karşı suikast hazırlıkları yaptığı suçlamasıyla 19 yaşında asılmıştı.
Binlerce Dekabrist, popülist, öğrenci, ilkokul öğretmeni ve genç aydın bu adaletsiz düzeni sarsmaya çalışıyordu. Bu isyankârlar, Rusya’yı geri kalmış konumundan kurtarabilecek tek güç olarak gördükleri köylülüğe doğru yöneldi.
Onlar “halka gidelim” diyorlardı. Ama köylüler onların beklentilerine yanıt vermedi ve aralarından bazıları çözüm olarak terörizme yöneldi. Bazı vali ve bakanlar, hatta Çar’ın ta kendisi, İkinci Aleksandr katledildi. Ama tüm bunlara rağmen rejim hiç de sarsılmadı.
Öyle ise ne yapmalı? Özgürlük ve demokrasiye susamış gençler kendilerine bu soruyu sordu. Bu soru, devlete karşı cinayet işleme suçlamasıyla önce idama sonra da zindana mahkum olan ütopyacı bir sosyalistin, Çernişevski’nin, hücresinde yazdığı romanın ismi oldu. Bundan 40 yıl sonra ise Lenin, bu “Ne Yapmalı?” başlığını, “Günümüzün alevli sorularına cevap” diye yazdı.
Bu arada istibdat rejiminin düşmanları popülizm ile terörizmin başarısızlıklarından dersler çıkardı. Bunların başında gelenlerden, eski bir popülist olan Georges Plehanov, Marksizmi Rusya’ya taşıdı ve Emeğin Kurtuluşu grubunu kurdu.
O ve yoldaşları mülk sahiplerinin düzenini sadece işçi sınıfının yıkabileceğine ve böylece toplumun yeni temeller, yani komünist temeller üzerinde yeniden inşa edilebileceğine inanıyordu.
Rusya’da böyle bir programı savunmak için birçok engeli aşmak gerekiyordu. Rejim tüm sendikal ve siyasi örgütlere baskılar uyguluyor ve sosyalist basını da yasaklıyordu. Polis ise militanlara feci baskılar uyguluyordu, öyle ki kendi aralarında ancak bir gölün ortasında veya bir ormanın ücra bir köşesinde dikkatleri çekmeden toplanabiliyorlardı. Sansür engelini aşmak içinse ya ülke dışında baskı yapıp yayınları illegal yollarla ülkeye sokuyorlardı ya da yakın arkadaşların evlerine yasa dışı teksir sistemleri kuruyorlardı.
20’nci yüzyılın başında işçi sınıfının mücadelecilik düzeyinde bir artış görüldü. Grevler arttı, emekçiler örgütlenmeye başladı. Ancak bazen polisin dikkatini çekmemek için kentten uzak yerlerde, örneğin Don bölgesinin ücra köşelerinde, yüzlerce kişi bir araya gelerek toplanabiliyorlardı.
1898 yılında, Lenin ve Martov’un İşçi Sınıfının Kurtuluşu için Birlik grubu dahil 3 sosyalist grubun birleşmesiyle Sosyal Demokrat İşçi Partisi oluşturuldu.
Bu partinin yayın organı İskra (Rusça’da kıvılcım demek), rejime karşı mücadele edip devrime ulaşabilmek için işçi sınıfını örgütlemeyi hedef aldı. Okul olarak kullandığı eğitim sistemine çoğunlukla 14-15 yaşlarında lise öğrencileri ile genç çıraklar katılıyordu. Bunlar arasında Lenin’in başını çektiği Bolşevik akım oluştu.
Rus sosyal demokrasisinin diğer akımı olan Menşeviklerden farklı olarak, Bolşevikler, Çarlığa karşı ve demokratik haklar mücadelesinde işçi sınıfının burjuvazinin peşine takılmamasını savundular.
Önceki yüzyıllarda, önce İngiltere’de ve ardından Fransa’da gerçekleştirilmiş olan demokratik devrimin gerçekleşmesi, Rusya’da burjuvazinin zayıf olması nedeniyle, bir hayaldi. İşte bu nedenle demokratik reformları ancak işçi sınıfı gerçekleştirebilirdi. Ama bunu yaparken de mücadelenin önderliğini sahiplenmeli ve aynı zamanda Rusya’daki baskı rejimine karşı mücadele eden köylülüğe ve emperyalist burjuvaziye karşı verilen mücadeleye öncülük etmeliydi.
Çarlık, işçi sınıfına böyle bir fırsat yarattı. Rusya, Uzak Doğu’da rakibi Japonya’nın önünü kesebilmek için, felaketle sonuçlanan bir savaş girişiminde bulundu. 1905 yılı başında Pasifik denizindeki Rus donanmasının teslim olduğu haberi gelir gelmez St. Petersburg’da grevler yayıldı. Rusya’daki istibdat rejimi, ayakları kilden yapılmış bir ejderhaya benziyordu; kitleler seslerini duyurmanın zamanının geldiğini gördüler.
Rekor bir süre içinde 135 bin kişi özgürlük, siyasi tutukluların serbest bırakılması ve 8 saatlik iş günü için bir bildirgeye imza attı. 9 Ocak Pazar günü çok kalabalık bir kortej dini yaftalar taşıyarak, bir papazın öncülüğünde, bu bildirgeyi Çar’a iletmek için Kışlık Saraya doğru yola çıktı.
Asker kitleye karşı ateş açtı, yüzlerce insan öldü ve binlerce insan yaralandı.
Bu Kanlı Pazar hareketi bitiremedi, aksine devrimin başlangıcı oldu. O zamana kadar görülmemiş bir grev dalgası tüm sanayi merkezlerine yayıldı. Burjuvazi ise durumu fırsat bilerek anayasal demokrasi fikrini taşıyan Kadetler partisi etrafında birleşti.
Ama devrim dinamiğinin kendi özgü bir mantığı vardı. Her askeri yenilgi sonucu kendine güven arttı, basın sansüre meydan okudu, üniversitelerde bir araya gelen öğrencilerle işçiler ayaklanma çağrısı yaptılar. Baskı altında tutulan azınlıklar ise fırsattan yararlanarak baş kaldırdılar.
1905 devrimi bastırılmış olsa da toplumda derin izler ve büyük bir birikim bıraktı ve bunlar da etkisini 1917’de gösterdi.
7 Kasım 1917’de Lenin Petrograd İşçi ve Asker Sovyetine hitaben şunları söyledi: “Yoldaşlar, işçi köylü devrimi başlamıştır. Bu işçi köylü devrimi ne anlama gelir? Burjuvazinin en ufak katılımı olmadan bizim kendi iktidarımıza, Sovyet hükümetine sahip olacağımız anlamına gelir (…) baskı altındaki kitleler kendi iktidarını yaratacaktır.” Lenin sözlerini şöyle tamamladı: “Biz bugün Rusya’da proleter sosyalist bir devletin kurulmasına kendimizi adamalıyız. Yaşasın Dünya Sosyalist Devrimi.”
Lenin ve Bolşevikler için bu yalnızca bir başlangıçtı: Dünya sosyalist devriminin bir başlangıcı. Yeni bir dönem herkesin gözleri önünde başlıyordu… Baskı altındaki kitleler için sınırsız umut demek olan; aynı zamanda da ilerlemeleri, geri çekilmeleri ve hatalarıyla dünya çapında mücadele demek olan bir dönem.
Bunun yanı sıra 7 Kasım 1917 (24 Ekim) tarihi aynı zamanda bir sonuca, yani 8 ay önce kitlelerin aniden sokaklara dökülmesiyle başlayan dönemin doruğuna işaret etti.
Aniden, hatta beklenmedik bir şekilde meydana gelen siyasi ve toplumsal patlama, hemen herkesi hayrete düşürdü.
Dünyayı sarsan devrim günleri Şubat’ta başlıyordu. Başlangıçta devrimin içinde yer alanların çoğu hala devrimin, daha doğrusu başarmak zorunda oldukları görevlerin tam olarak farkında değildi.
Aslında yaklaşık 3 yıldır kanlı bir savaşa gömülmüş olan o günkü Rusya’da 8 Mart (23 Şubat) Uluslararası Kadınlar Günü için örgütlenen gösterilerin birkaç gün içerisinde bütün ülkeyi saracak bir dalganın başlangıcı olacağını düşünen çok az insan vardı.
Çar diktatörlüğünü ve tamamen kokuşmuş rejimini süpürüp atmak yalnızca 5 gün aldı. Bu günler dünyayı gerçekten, hem de az buz değil, tam kökünden sarsmıştı.