Ana sayfa > Arşiv > Arşiv 2015 > Sınıf Mücadelesi Sayı : 205 - 3 Temmuz 2015 > Anma... Anma... Anma...
Patronlara hizmetle geçen bir ömür
Süleyman Demirel’in ölümünün ardından, “kör ölür, badem gözlü olur” misali, “demokrasi” kahramanı ilan edildi. Burjuvazi, kendisine uzun yıllar çok iyi hizmet vermiş bu siyasetçiye, vefa borcunu ödedi. Yenilerin de gözünü boyadı.
Demirel, hiç de demokrasiyle ilgili değildi, tam aksine Türkiye’yi özellikle demokrasi açısından onlarca yıl geriye götüren son iki darbenin hazırlanmasında baş roldeydi. Hep mağduru oynasa da, büyük toplumsal çatışmanın, krizin olduğu dönemde hep onun siyasetinin olumsuz etkisi vardı.
Demirel, burjuvazinin çıkarlarını korumak için siyasete hazırlandı, sokuldu ya da girdi.
Daha askerliğini yapmadan, bir kez devlet, bir kez de Eisenhower Vakfı’nın davetlisi olarak iki kez ABD’de eğitim gördü. Ardından, temsilciliğini üstlendiği ABD’li inşaat firması için öyle işler yaptı ki “Morrison Demirel” olarak anılacaktı.
Patronlara hizmette yerini sağlamlaştırınca sıra siyasete geldi. 1964’te kurulan sağcı koalisyon hükumetinde, milletvekili olmadığı halde başbakan yardımcısı ve devlet bakanı yapıldı. Ardından Adalet Partisi’nin %52.8 oyla iktidar olduğu 1965 seçiminde, önce milletvekili, ardından başbakan oldu. Bu seçimde oyların yarısını alan Adalet Partisi, tıpkı ilk kurulduğu dönemdeki AKP gibi, sağ siyasetin her rengini, küçük burjuvasından büyük burjuvasına kadar sermaye sahiplerinin tüm kesimlerinin çıkarlarını temsil eden bir koalisyondu. Ancak İstanbul merkezli büyük sermaye gelişip, yabancı sermayenin uzantısı (montaj sanayi) hâline gelmesiyle, küçük tüccar, esnaf ve köylü rekabet koşullarıyla baş edemez hale geldi. Adalet Partisi ise sadece büyük sermayenin çıkarlarının savunucusu olduğundan, hem kitleleri dizginleyemedi hem de partiden kopuş oldu.
1970’lere gelindiğinde ekonomik kriz, siyasi çalkantıya neden oluyordu. Hükumet, Lira’nın değerini %66 oranında düşürdü. Patronlar, sert önlemler istiyor ancak artan toplumsal mücadeleler, öğrenci gösterileri, grevler, 15-16 Haziran işçi mücadeleleri gibi tepkiler, engel oluyordu. Demirel, ABD’nin haşhaş ekimini yasaklanmasına karşı çıkıyor, 1961 Anayasasının değişmesi gerektiğini savunuyordu. Yani 12 Mart muhtırası ile askeri darbeye giden yolu, bizzat Demirel hükumetinin azimli çalışması hazırladı.
Söylendiği gibi askeri darbe, Demirel’i mağdur etmedi, Anayasada Demirel’in istediği değişiklikler, 12 Mart döneminde yapıldı, o da darbe hükumetini bakanlarıyla destekledi.
Darbeden dört yıl aradan sonra başbakan olan Demirel’in koalisyon ortakları; dinci MSP ve milliyetçi MHP çevresi, devlet örgütüne yerleşti. Ancak darbe, ekonomik sorunları tam olarak çözemedi. Bu nedenle patlayan dış borç ve hızlı enflasyon görünümlü ekonomik bunalıma sürdü.
Sonrası, hep koalisyon pazarlıkları, yolsuzluklar, sıkıyönetim, Çorum, Maraş gibi katliamlar, suikastlar ve ekonomik krizin acı etkileriyle geçti. 12 Eylül askeri darbesinin asıl nedeni olan 24 Ocak kararlarını alan Demirel hükumetidir. Bu kararların mevcut düzende uygulanamayacağını gördüğü için sekiz ay süresince askeri darbe ortamını hazırlayan da odur.
Maden işçilerinin “Çankayanın şişmanı, işçi düşmanı” diyerek, yerin dibine soktuğu, hükumetini düşürdüğü Özal, o yıllarda Demirel’in adamıydı.
Demirel, Özal ve ANAP’ın yıprandığı, kitleleri oyalayacak yeni bir siyasi liderin çıkmadığı 1990’lı yıllarda, burjuvaziye hizmet için yeniden siyasete döndü. 1991’de, geçmişteki sağcı koalisyonlarının tam tersine bu kez SHP ile koalisyon kurdu.
Demirel, Özal’ın ölümünün ardından cumhurbaşkanı oldu. Ancak görev süresinin ikinci kez uzatılması, parti yönetimlerinin destek açıklamasına rağmen reddedildi. Yeniler, onu bir kenara atıp patronlara hizmette kendilerine koltuk açtılar.