Kanayan yara: Mülteci sorunu
Uluslararası Af Örgütü’nün raporlarına göre; yalnızca üç yıl gibi bir sürede, 3.2 milyondan fazla insan Suriye’deki şiddetten kaçmak zorunda kaldı. Türkiye’de ise 1.6 milyon Suriyeli var. Son 20 yılın en büyük mülteci krizi olarak nitelendiriliyor. Türkiye’de mülteciler için hazırlanan kampların toplam kapasitesi 220 bin civarında.
Sığınmacı kamplarının yetersizliği nedeniyle, 1.3 milyon Suriyeli, kamp dışında hayatlarını sürdürmeye çalışıyor. Başta İstanbul olmak üzere büyük şehirlere giden sığınmacılar, dünyanın her yerinde olduğu gibi gittikleri her yerde kötü muamele ile karşılaşıyor. Öldürülüyorlar, tecavüze uğruyorlar, alınıp-satılıyor, çok düşük ücretlerle, hatta bazen bedavaya çalıştırılıyor. Yasal statüleri olmadığı için, temel yurttaşlık hakları dahi yok. Geçici koruma altında gözüküyorlar ama mevzuat yetersizliklerinden ve keyfi davranışlardan dolayı hiç birisinin güvencesi yok. En büyük korkuları, her an sınır dışı edilmek. Bu nedenle vatandaşlık hakkının verilmesi en temel insani ihtiyaç.
Son dönemde artan Suriyeli düşmanlığı ve kabartılan milliyetçilikle birlikte can güvenlikleri de tehlikede. Kendi işlerinin ellerinden alındığını düşünenler sığınmacılara kötü davranıyor. Unutmamak gerekir ki bu, göçün neden olduğu bir sorun değil, patronların ve kâr sisteminin yarattığı bir sorun. Patronlar bunu gayet iyi bildikleri için bu insanlıkdışı şartları, yoksulları öne sürerek kârlarına kâr katıyor.
Türkiye, eskiden göç yoluyken, şimdi en fazla göç alan ülkelerin başında.
Göçmenlerin ölüm haberleri arttı. Bunun bir nedeni, artan savaş ve çatışmalar, emperyalist devletlerin bombardımanları nedeniyle ülkelerindeki çatışmalardan veya yoksulluklarından kurtulmak isteyenlerin sayısının artışı. Diğer bir nedeni de Avrupa Birliği ülkelerinin, göçmen tene ve botlarını batırmak gibi düzenlemeleri de içeren, göçmen karşıtı sert yasaları. Onları kaçırmayı vaad eden “umut tacirleri” normal yoldan, uçakla en fazla 300-500 dolara gidilebilen ülkeler için her birinden en az 5-6 bin dolar para alıyor. Parayı biriktirmek için yıllarca çalışan yoksullar, küçücük teknelere, botlara yükleniyor; ya yolda bırakılıyor ya da can veriyorlar.
İstanbul Boğazı da bir geçiş rotası oldu. Bu yıl başından bu yana, dünya çapında, 4 bin 77 göçmen öldü ve bunların 3 bin 72 tanesi Akdeniz’de öldü! 2000 yılından itibaren ise 40 binden fazla insan göç yollarında yolda can verdi (Uluslararası Af Örgütü raporlarına göre).
Mültecilerin sorunu yalnızca bizim sorunumuz değil. Bu sorun, dünyadaki gelir paylaşımındaki uçurumlardan doğuyor. Bu, kapitalizmin yarattığı bir eşitsizlik. Bir yandan zenginlik içinde yüzen insanlar istedikleri her yere gitmekte, paralarını götürmekte, işlerini taşımakta özgürken, diğer yanda canını, çocuklarını kurtarmak isteyen yoksullara tüm yollar kapalı. Kendi ülkelerinde yoksullukla karşılaştıkları yetmezmiş gibi, uluslararası kâr düzeninin neden olduğu savaşla karşılaşan emekçiler, yerlerini yurtlarını bırakıp göç etmek zorunda. Bir çoğu daha sınırı geçemeden yolda ölüyor, bir kısmı gittikleri yerlerde açlıkla boğuşuyor, dileniyor, köle gibi çalışıyor.
Mültecilerin sorunu, onları almamaya dayalı devlet politikalarıyla hiç bir zaman çözülemeyecek. Bu sorun ancak daha adil bir paylaşım düzeninde kalıcı bir çözüm bulabilir. Emekçilerin düşmanı, Suriyeli ya da başka göçmen yoksullar değil, patronlar başta olmak üzere bu düzen. (30.10.2014)