Ana sayfa > Arşiv > Arşiv 2014 > Sınıf Mücadelesi Sayı : 193 - 4 Temmuz 2014 > Sınıf Mücadelesi’nin Sözü
Avrupa Birliği seçimleri ve aşırı sağ Ulusal Cephe’nin yükselişi
Fransa’da, Avrupa Birliği seçimlerinde Ulusal Cephe ilk kez birinci sıraya çıktı. Önceki seçimle kıyaslandığında ilerlemesi tartışılmaz: 2009’da 1 milyon 916 bin oy ile %6.34 ve 2014’de 4 milyon 711.339 oy ile %24.85 oy aldı. Ancak bu sonuçlar, hiç de beklenmedik değildi.
2012 Cumhurbaşkanı seçimlerinde Marine Le Pen (Le Pen’in kızı) 6 milyon 421.426 oy (%17.90) almıştı. 2002 seçimlerine kadar geri gidersek, birinci turda Sosyalist Parti adayı elenmiş ikinci tura Chirac ve Le Pen kalmıştı. Le Pen 4 milyon 804.713 oy (%16.86) almıştı. Daha da gerilere gidersek baba Le Pen, 1988’de 4 milyon 376.742 (%14.38) ve 1995’te ise 4 milyon 571.138 (%15) oy almıştı.
Her seçimin türü farklı. Hem katılım hem de devlet kurumları açısından sonuçları farklı olduğundan kıyaslamada temkinli olunmalı.
Ancak, inişli çıkışlı olsa da Ulusal Cephe’nin oylarının giderek artmasına paralel olarak sıra ile hükumet olan sağcı UMP ve solcu Sosyalist Parti giderek yıpranıyor.
Ulusal Cephe, burjuva devletinin belirleyici kurumlarına katılmadığından rahatça, uygulanan siyasetlerde sorumluluğu olmadığına vurgu yapıyor. Genel gidişatın sağa doğru gittiği ve de işçi sınıfının siyasi çıkarlarını temsil eden partiler olmadığından, Ulusal Cephe tüm hoşnutsuzları kendine çekiyor.
Kriz ve Ulusal Cephe’nin yükselişi
Ulusal Cephe’nin en az 20 yıldır oyunu artırması, 2008’deki krizin ve de burjuvazinin kitlelere karşı yürüttüğü sınıf mücadelesini daha da yoğunlaştırmasıyla, hızlandı.
Kemer sıkma; yani kamu hizmetlerindeki, sosyal güvencelerdeki, sağlıkta, eğitimde kötüleşmeler, hükumetlerin “sosyal-liberal” takıntıları değil. Bunlar, mali sermayenin dayatmaları. Hükumete gelen siyasetçi, bunları uygulamakla görevli. Örneğin Sarkozi hükumette bu siyaseti uyguladı ve bu nedenle de seçimleri kaybetti.
Burjuvazinin, Sosyalist Parti’ye dayatmalarının sonuçları daha da vahim. Sosyalist Parti’nin büyük sermayenin çıkarlarını savunmak için kitlelere karşı yaptığı saldırılardan en çok etkilenen, çoğunlukla Sosyalist Parti’ye oy verenler.
Hollande, kısa zamanda kamuoyu yoklamalarında hızla geriledi ve ardından hem yerel hem de Avrupa Birliği seçimleri somut olarak bunu ortaya koydu. Sosyalist Parti yöneticilerinin burjuva çıkarlarını savunan bir siyaset izleyerek kitleler nezdinde yıpranması ilk defa olmuyor. Cezayir savaşı esnasında, Sosyalist Parti lideri Guy Mollet bunun çarpıcı bir örneği.
Kendi hizmetindeki sol siyasetçilerin, bu yolda yıpranmaları burjuvaziyi hiç üzmüyor. Ancak sol iktidarda süratle yıpranırken UMP’nin hem yolsuzluk hem de yöneticiler arasındaki kavgalar yüzünden simetrik şekilde güçlenememesi büyük burjuvazi için bir sorun.
Fransa’da, Avrupa Birliği seçimleri, Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerden farklı olarak, burjuvaziyi fazla etkilemiyor.
Marine Le Pen, Millet Meclisi’nin dağıtılıp yeniden seçim istese de Hollande buna kulak bile asmıyor. Burjuva demokrasisi seçilenlere, 5 yıl boyunca “halkı ezmek” yetkisi veriyor. Vaatlerin tam tersini uygulayıp yıpransalar da iktidarda kalma hakkına sahipler.
Hollande, seçimlerinin ardından yaptığı kısa konuşmada özetle iktidarı terk etmeyeceğini ve de uygulamakta olduğu işçi düşmanı siyaseti sürdüreceğini anlattı. Sağ cenah ise Marine Le Pen’den farklı olarak erken seçim filan istemedi. Ne sağ ne de sol, ciddi siyasi bir kriz istemiyor. Eğer kemer sıkma siyasetleri, kitlenin tepkileriyle karşılaşırsa, o zaman Sosyalist Parti, burjuvazinin çıkarlarını sonuna kadar korumak için tamamen yıpranma ve tüm itibar ve etkisini yitirip yok olma pahasına, gerekenleri çekinmeden yapar.
Burjuvazi siyasi bir kriz istemiyor ama olursa, durumu idare edebilir. Örneğin Belçika’da uzun zaman süren siyasi kriz veya İtalya’da ardı ardına gelenler, burjuvazinin çıkarlarını fazla etkilemedi; temel çıkarlarını hiç etkilemedi.
Ulusal Cephe’nin büyümesi, sadece bir sağ bir sol hükumet şeklindeki, yarım yüzyıllık siyasi mekanizmayı tehdit eder ama devlet kurumlarını tehlikeye atmaz. Hükumet paylaşımı, iki güç değil de üç güç arasında olmaya başlarsa, bundan bazı siyasetçiler rahatsız olur, burjuvalar değil.
Ulusal Cephe gelecek seçimlerde (genel ve cumhurbaşkanlığı) büyümeye devam ederse ülkedeki siyasi durumun nasıl biçimleneceğine ilişkin tahminlere kafa yormak fazla bir şeye yaramıyor. Eğer Ulusal Cephe iktidar olursa, o da tıpkı UMP ve Sosyalist Parti gibi burjuvazinin çıkarlarını savunacak.
Solun sorumluluğu
Gelişmelerin önemli sorumlusu “reformist” bile diyemeyeceğimiz soldur.
Sosyalist Parti’nin büyük sorumluluğu olduğu kesin: Sosyalist Parti, her hükumet olduğunda, açıkça büyük burjuvazinin isteklerinin uşaklığını yaptı. Krizin büyümesiyle burjuvazi, Sosyalist Parti’den sadece her zamanki gibi sömürü düzenini devam ettirmeyi istemekle yetinmeyip, krize rağmen kitleleri daha çok yoksullaştıracak bir siyaset uygulayıp kârını büyütmeyi dayatıyor.
Fransız Komünist Partisi’nin sorumluluğu ise daha büyük. Çünkü işçi sınıfı içerisinde esas etkisi olan ve işçi sınıfına, tek çıkar yolun sol hükumetten geçtiği fikrini benimseten odur.
Fransız Komünist Partisi’nin yayın organı L’Humanite gazetesi, seçimin ertesinde “solun tehlikeli bir aşamaya geldiğini” yazdı. Melenchon (solun solu sözcüsü) ise canlı yayında “güzel ülkemiz” aşırı sağcı güçlerin büyümesini engelleyemedi diye göz yaşı döktü! Ama her ikisi de en önemli soruyu sormadı: Ulusal Cephe neden genellikle işçi kentlerinde ve semtlerinde en büyük sıçramayı yaptı?
Son iki seçimin en temel özelliği; genellikle sola oy verenlerin sola tepki gösterip sandığına gitmemesi ve hatta bazılarının tepkiden, Ulusal Cephe’ye oy vermesidir.
Fransız Komünist Partisi’nin bilançosu bir felaket. Parti yönetimi sınıf mücadelesi siyasetinden vazgeçip işçi sınıfı içerisindeki ağırlığını Sosyalist Parti’yi desteklemek için kullandı. Sosyalist Parti, her hükumete geldiğinde Fransız Komünist Partisi’ne birkaç bakanlık verip onun etkisini işçi sınıfına karşı kullandı. Sendika yöneticileri de aynı siyaseti izleyip işçi sınıfı militanlarının moralini sıfırladı.
Fransız Komünist Partisi, işçi sınıfı içerisindeki taban ve etkisine ve de Komünist ismine rağmen çok uzun zamanlardan beri artık emekçiler için bir sınıf siyaseti savunmuyor. Üstelik, Sosyalist Parti gibi burjuva düzeninin bir parçasına dönüştü. Kaderini, Sosyalist Parti’ye bağladığı için kitlelerin Sosyalist Parti hükumetine karşı duyduğu tepkiyi yönlendirmekten aciz. Sosyalist Parti’nin seçimlerdeki hezimetinden yararlanamıyor. Sadece eski seçim tabanını korumakla sınırlı.
Bunların sonucunda hoşnutsuzlar, Ulusal Cephe’ye dönüyor. Kitleler arasında, Sosyalist Parti hükumeti üzerine gelişen hayaller kalmadı ve şimdi bu hayaller, Ulusal Cephe’ye yönleniyor: “Onu hiç denemedik, bir de onu deneyelim.”
Emekçiler için bu yeni hayal, sola karşı beslenenlerden çok daha tehlikeli. Çünkü Marine Le Pen, ılımlı aşırı sağ parti görüntüsünü sürdürse de bu akım, aynı zamanda milliyetçi, ırkçı, yabancı düşmanı, korumacılığı ve de baskıcı bir iktidarı savunuyor. Ulusal Cephe, emekçileri bölmek için her türlü yola başvuruyor: Örneğin emekçileri işi olanlar ve işsizler (onlara göre asalaklar); özel sektörde ve kamuda çalışanlar (ayrıcalıklar diyorlar); ülke ve kökenlerine göre bölüyor.
Zaten birçok sağ ve hatta sol milletvekili bile bu gibi ön yargılı ve bölücü fikirleri körüklüyor. Ama güçlü bir aşırı sağ parti, bu zararlı fikirleri çok daha tehlikeli şekilde yayabilir.
Ulusal Cephe yönetimin savunduğu fikirlerin de ötesinde, güçlenmesine paralel olarak, ona yakın kişi ve çevreler, kendilerini, sadece yabancı düşmanlığıyla sınırlı tutmayıp, göçmenlere, Romanlara, işsizlere karşı saldırılara geçebilir.
Burjuvazi, işçi sınıfını uyutmak için uzun zamandan beri Sosyalist Parti ve Fransız Komünist Partisi üzerinden oluşturduğu çok etkili bir siyasi araca sahip. Ulusal Cephe de yine burjuvazinin çıkarlarını savunacak bir siyasi araç olabilir. Ancak bu araç, çok baskıcı ve gerici. Burjuvazi, bu siyasi aracı kullanma ve finanse etme yolunu tercih edecek mi? Son tahlilde böyle bir seçenek krizin gidişatına ve yol açacağı tepkilere bağlı.
Nasıl karşı durmalı?
Ulusal Cephe’nin şu ana kadar olan büyümesi, seçimlerle sınırlı kaldı.
İşçi sınıfı içerisinde Ulusal Cephe’nin büyümesine karşı olanlar, tepkinin kitleler içerisinde yayılmasına ve işçi sınıfının kendine olan öz güveninin yerine gelip sınıf mücadelelerinin gelişmesine katkıda bulunmalı.
Ulusal Cephe’nin kitlelerden aldığı oyların, sadece tepki oyları mı yoksa siyasi destek mi sorusu, militan bir sorundur. Eğer Ulusal Cephe karşısında, sadece ağlayıp sızlama, cumhuriyetçi hislerin geliştirilmesi, siyasi manevraları içeren çözüm önerilirse, kitleler arasında, tepki gösterip Ulusal Cephe’ye oy verenlerin “diğerlerine” karşı tepkileri daha da artacak. Ulusal Cephe’ye daha da yakınlaşacak ve kendi sınıf çıkarlarına taban tabana zıt olan Ulusal Cephe siyasetinin maşaları olacaklar.
Ulusal Cephe’nin durmak bilmez yükselişine karşı gelmek ancak işçi sınıfının öz güveninin yeniden kazanılması ve de işçi sınıfının, burjuvaziye karşı olan sınıf isteklerinin meşru olduğunun benimsenmesiyle mümkün. Böyle mücadelenin gerçekten etkili olabilmesi, emekçilerin üretimden gelen güçlerinin bilincine varıp bir kurtarıcı beklemekten vazgeçmeleriyle mümkün.
Gerekli olan bu siyasi tercih, yani işçi sınıfının sınıf mücadelesini tercih etmesi, bu siyasetin sınıf içerisinde ete kemiğe bürünmesiyle mümkün. “İşçi sınıfı saflarında” yer alan herkesin en temel görevi, böyle bir siyaset olmalı. Mücadeleyi sadece Ulusal Cephe’nin büyümesini engellemekle sınırlı tutmayıp gerekli olanakları yaratıp sonuna kadar götürmeliyiz. LO (30.05.2014)